...bırakın güvenmeyi, inanmıyor bile.
Dün, bir şekilde, rastgele bir radyo kanalı dinledim. Aslında izlemem gerekiyormuş, çünkü bir televizyon kanalıydı bu ve sunucusu “izleyiciler” diyordu. Hani, “neresinden tutsam” dediğiniz türden bir durum…
Bir sunucu, biri erkek üç konuk gündem üzerine konuşuyorlar. Konuklardan biri, gençlerin “beşinci kol” tarafından alanlara çekildiğini, Pikachu giysinin ise aynı güçler tarafından gençleri manipüle etmek amacıyla kullanıldığını söyledi. Kadın konuklar da benzer cümlelerle katıldı arkadaşlarına. Sunucu adlarını vermediği (sadece “Sayın Aktay” diye bir kez seslendi) için kim kimdir, uzmanlıkları nelerdir bilemedim. Zaten aradan girmiş, 15, bilemediniz 20 dakika dinleyebilmiştim.
Önce mesleki bozulmayla başlayayım, sonra güven ve inanma konusuna gireyim. Ekranlar deyim yerindeyse tümüyle görüntü kirliliğiyle çepeçevre sarılmış. Bir köşede programın, bilmem hangi sosyal medyadaki duyurusu, diğer köşede ya bayrak ya bir slogan; üstüne üstlük kanalın logosu da var kuşkusuz (hareketli olanlarını da gördüm, izlenmesin diye besbelli). Aşağıda ise koca bir bant, haberin ya da konunun başlığı, üzerindeyse (büyük olasılıkla KJ operatörünün saptadığı bir cümle –KJ operatörü, çünkü kanallar para ödememek için bir kişiye üç hatta beş iş birden yüklüyor) ekranı daraltıyor. Kameramanlara, “biz şu büyüklükte, böyle bir bant ile ekranı kaplıyoruz, ona göre çekim yapın” demedikleri ve onlar da haklı olarak –altın oran gözeterek- çerçeve belirlediklerinden biz izleyiciler asıl konuyu göremiyoruz bile. Bir de, “nerede” sorusu kasap çengeli örneği dönenip duruyor izleyicinin kafasında. Hangi görüntü nereden, neyle ilgili bilinemiyor. Bazen senkron da tutturulamayınca, İstanbul haberinin üzerine Erzurum, Adana haberinin üzerine Samsun görüntüsü düşüyor. Ayıkla pirincin taşını.
Biz, eski televizyoncular diyeyim de anlaşılsın, ekranda her görünen kişinin adını ve unvanını belirtirdik altyazı ile. Altyazısı olmayan radyo için sunucuların konuklarının ya da muhataplarının adını sık sık dile getirmesi gerekir ki, bir sorun çıkmasın.
Gençlere inanın!
Nâzım Hikmet,
“Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz…
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz…
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi…”
…diyordu Nikbinlik şiirinde ve ekliyordu: “İnanın.”
Bu yandaş televizyondan yayın yapan çakma radyo kanalında konuşan kişi, Nâzım’ı okumaz, anlarım, işine gelmeyeceğini bilir. Ama “beşinci kol” faaliyetiyle alanlara taşındığını söylerken kendisini dinledi mi acaba? Yaşı tutuyor mudur, bilmiyorum, ama 555K, DGM protestoları, 1 Mayıslar, Madenci Yürüyüşü, Gezi direnişi, hatta Suruç’ta, Ankara’da Gar’da yapılan miting ve yürüyüşleri hiç mi duymadı, irdelemedi? Kendisinin dediği gibi, “kız arkadaşı istedi diye”, “oradan geçiyorken” gibi mazeretler ileri sürenler kaç kişidir? 12 Eylül’de on binlerce insan gözaltına alındı, tutsak edildi, işkence gördü, hatta idam edildi, hangisi inancından ve yaptıklarından bir adım geri attı? Diyor ki, Pikachu ile gençlerin aklını çeliyorlar. Bu kadar mı kandırır insan kendini; bırak bari bize yalan söyleme. Saraçhane’de onca gece onca insan toplandı; Türkiye’nin dört bir yanında, onlarca meydanda insanlar sloganlar eşliğinde yapılanları ve yaşananları protesto etti. Diyelim ki, görmedin, yayınında olduğun kanal vermedi ama birbirinizle de mi konuşmadınız? Pikachu ile kandırılıyor dediğin gençlere, bir de yüzün kızarmadan inandığını söylüyorsun. Yalan! Tümüyle yalan!. Gençlere inansan, niye bunca insan sokağa dökülüyor diye sorardın kendine. Gençlere inansan, Anayasal hak olan gösteri ve yürüyüşlere karşı vahşice saldıran polise emir verenler de dâhil itiraz ederdin. Pikachu ile gözü boyanıyormuş gençlerin. Oysa o gençler, onlarca pankart yazıp taşıyor ince mizah yüklü. Yıllardır ODTÜ mezunu olan gençler törende pankartlarla yürüyor. Bu kadar siyasi kör olma!
Bu kavga hürriyet kavgasıdır!
CHP, iğnenin ucu kendine dokununca kalktı ayağa. Yıllardır belediyelere kayyım atanıyor, sesini bile çıkartmadı; kendi belediyelerine atanınca bir şeyler yapma hevesi geldi. Korkum(uz) sürdürememesiydi, öyle de oldu. Yine dün, Maltepe’de tarihin en büyük açık hava toplantısı yapıldı; Başkan Özgür Özel, aynı sözleri tekrar ederek, kendi sağından medet umarak Turancı, buduncu, ırkçılara göz kırptı, sol, sosyalist güçlere ise hiç değinmedi. Kürtlere zaten uzak duruyor. Hani söylenir ya, “altınını taksın ama düğüne gelmesin”, tam da öyle, Kürtler seçimde oy versin, ama hiç sesini çıkartmasın, göze görünmesin. Maltepe’de yine de sosyalistler ve Kürtler vardı.
Nâzım Hikmet’le açtık, onunla bitirelim…
“Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.”
Bu, gençlerin başlattığı, yurttaşın da katıldığı, CHP’yi de peşinden sürükleyecek büyük bir yürüyüştür.
Gençler zaten televizyon kanalları aracılığıyla değil, kendi sanal medyaları, telefon uygulamaları, iletişimleriyle öğreniyor neyin ne olduğunu. Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!