Gazetemizin sadık ve kadim okurları farkındadır, her röportajda karşımıza “noktasında” ve “sürecinde” çıkıyor. Yerli yersiz kullanılagelen bu iki sözcük son yıllarda pek bir moda.
“Otobüs noktasında…” ya da “İkinci el satışı satış sürecinde…” cümlelerinde her iki kullanım da yanlış. Birincisinden başlayalım.
“Nokta”, bitiş demektir. Noktasında dediğinizde bitmiş anlamı doğar, ama bitmeyi değil başlamayı anlatıyor konuşan. Siyasetçilerin, kendilerinin özelliği olarak sık sık kullandığı bu sözcük o kadar yaygın hale geldi ki, televizyonlardan izlediğimiz, haberlerden okuduğumuz için bizler de kullanmaya başladık. Bu yanlışın bir yerde bitmesi gerekir; bitecektir de ama gelin biz öncülük edelim ve bitmesine önayak olalım.
“Süreç” ise zamanı da içeren ama üretimle doğrudan bağlantılı bir sözcük. Tabii ki her işin bir başlama, bir gelişme ve bitişi var, arada geçen zamana süreç diyoruz. Ancak otobüs satışında, ister ikinci el olsun isterse sıfır alıcı ile satıcı arasında bir üretim söz konusu değil. Tabii ki görüşmeler sürecek, pazarlıklar yapılacak ve bir anlaşmaya varılacaktır. Yine de bu geçen zamana süreç demek çok zor. Geçen gün, yine bir siyasetçinin “süreç” sözü kulağımı tırmaladı; zamana yayılan bir durum yoktu ortada. “eee, ııı” gibi konuşmayı ama ağırlıklı olarak dinlemeyi bozan anlamsız sesler yerine düşünmeyi de sağladığı için “süreç” veya “noktasında” deyip kendilerini kurtarmayı tercih ediyorlar. Onlar söyleyince de doğruymuş gibi hepimiz her yerde kullanıyoruz. Cümlenin anlamı düşüyormuş, anlatmak istenen konuyla bağlantı kurulması zormuş umursamıyoruz bile.
Buna bir de “oldukça”yı eklemek gerekir. Yeterince anlamına gelen bu kelimeyi fazla, çok anlamında kullanıyoruz. Oysa yeterince, alabildiğine, olabildiğince gibi çok sayıda seçeneğimiz var.
“Türkçem ses bayrağım” diyor şair. Lafa gelince hepimiz hem milliyetçiyiz hem vatan millet diye canımızı siper edeceğimizi söylüyoruz, ama güzelim dilimizi zayıflatmak için hiç fırsat kaçırmıyoruz. Milleti tanımlarken “dili, dini, vatanı bir” demekten kaçınmıyoruz. Resmi belgelerde “bilinmeyen bir dil” olarak geçen 20 milyon insanımızın anadiline itiraz ederken kendi anadilimizi bozuyoruz.
Bizim dünyaya tanıttığımız kahve, sade, şekerli veya sütlü olur. Gidin bir yere, bir kahve isteyin bakalım… Hemen soracaktır garson veya barmaid: Amerikano mu, latte mi? Sade deseniz, “yani, amerikano mu” diye teyit almaya kalkışıyor. Plaza dili olarak nitelendirilen araya yabancı -ağırlıklı olarak İngilizce- sözcük katılarak yapılan konuşma, anlamlandırmakta güçlük çektiğiniz için ne kadar itici geliyorsa bu yeni ama uydurukça kelimeler de o kadar itici.
Latin dillerinde “tsch” yan yana gelince bizim tek harfimizdeki “ç” sesini veriyor. Düşünebiliyor musunuz, her şeyde ekonomik olmayı düşünen biz, yabancı dil hayranlığıyla anadilimizi yok etmeye koşuyoruz. Evet, haklısınız. Chicago yerine Şikago da örnek; tabii, burada dilimizin bir özelliğini daha vurgulamama izin verin. Chi her zaman “ş” olarak telaffuz edilmiyor; chicolate sözcüğünde bu kez “ç” oluyor.
Diyelim ki, bizden geçti diye düşünüyorsunuz, çocuklarınız, torunlarınız, birlikte çalıştıklarınız, komşularınız, oyun arkadaşlarınız için daha titiz olmayı düşünün. Gelecek bizim olsun.
(Bu yazı ww.tasimadunyasi.com'da yayımlanmıştır)