Özgül ablamızı, yoldaşımızı, arkadaşımızı, saflarımızın en temiz insanını uğurlarken, onca yakını arasından biraz haddimi de aşarak, acımızın hafiflemesi, hatıralarımızın kalıcılaşması adına bir şeyler yazmak, söylemek mecburiyetinde hissediyorum. Bu nedenle, şimdiden yıllardır yanı başındaki yol arkadaşlarından, dostlarından, meslektaşlarından özür dilerim. Son bir yılı hiç konuşmadan geçirmişseniz ve her gün aradaki buzları eriteceğim düşüncesiyle kendinizi hazır etmişseniz, hayatın o en acı gerçeği yüzünüze bir tokat gibi indiğinde çaresiz, şaşkınlıkla ve en çok da yetişememenin verdiği pişmanlıkla birkaç şey söyleyerek içinizdeki haykırışı atmak istersiniz.

Onun bir kardeşi, yoldaşı, öğrencisi olarak kendisi hakkında birkaç kelam etmenin yolu, devrimciye yakışır biçimde onun fikirlerinden, iradesinden ve elbette onun öğreticiliğinden bahsetmektir. Özgül ablamızın bedeninin aramızdan ayrılışının ardından, onda cisimleşen fikirlerini, inançlarını sabitlemek, hepimizin bireysel hatıralarının ortak kümesi olan ondaki sosyalizm fikriyatını, bir kez daha, bu defa Özgül abla için de omuzlamak gerektiği inancındayım. Her devrimci gibi, O da, vedasının ardından mücadelenin büyütülmesi arzusuna sahipti. Şimdi ben, Özgül ablamı yolcu ederken, onu kırmayarak, onun istediği biçimde, fikirlerini ve iradesini anlatarak ama bunu kendisinin de yaptığı şekilde “duygusallığa bağlayarak” yapacağım. Tıpkı beni dikkatle dinlediği her toplantıdaki, her konuşmamızdaki gibi.

Sakarya’da mücadele etmenin zorluğunun ne demek olduğunu bilmediğim zamanlarda, o daracık şehirde, küçük bir toplamla hareket etmenin kısıtlayıcılığı sırasında tanıdım Özgül ablayı. O dönemlerde aynı partide değildik. Ancak ben daha 20’li yaşlarıma adım atmamışken, onun ezberlerden, şablonlardan ve “kutsal” ilan edilen kadro yapılanmalarından aşkın bir devrimci olduğunu anlamıştım. Özgül abla, “Özgül hoca” olarak, Sakarya’daki her kesimden saygı duyulan, herkesin mutlaka düşüncesine önem verdiği, müthiş bir ara kuşak özelliğine sahip, gençlerle genç, yaşlılarla yaşlı olabilen ve kuşaklar arası ilişkisini tamamıyla yapıcı olarak kuran bir devrimciydi. Daha sonradan partimize katılmasıyla, Türkiye’de eşine az rastlanır olan bir figür olduğunu hepimiz anlamıştık. Sosyalist hareketimizin içinde bulunduğu 40 yıllık sancıyı düşünürsek, uzun yıllar aynı çatı altında, belirli bir gelenekte, aynı insanlarla, aynı dilde mücadele etmenin alışkanlığı içerisinden çıkıp sosyalizmin kitlelerle buluşma imkânının ortaya çıkmasıyla, düşüncesinin gerektirdiği koşulda iradesini harekete geçirmiş ve ben de bu fırsatla aynı safta mücadele etme şansı yakalamıştım. Özgül ablamız, “özgül bağlamlı bir devrim”, sosyalizmin toplumsallaşması, sosyalizmin bu toprakların tarihinde ve bugününde kök salması kavgasına koşullar bir defa ortaya çıktığında atılmıştı. Onun “kutsal”ları, mitleri, ezberleri, şablonları yoktu. O halde, Özgül hocamızın siyasetteki bireysel serüveni bir kırılmayı değil, bir süreci işaret etmektedir. Sosyalizmin eşik atlamasına öncülük edecek bir serüvendir onun hikâyesi. Biriken, ilerleyen, bazen kırılan ama sonunda sıçrayan.

Özgül ablamız, sosyalizmin bıçak altında olduğu dönemlerden geçmiş, Marksizmin tarihin tozlu raflarına kaldırılmak istendiği süreçleri yaşamış, dünyanın ve Türkiye’nin gittikçe daha da aleyhimize olan çağına denk gelmiş ve tüm bunlara rağmen yılmamış, hep örgütlü olmuş, örgütlülüğü savunmuş, mücadele etmiştir. Bütün bunları da, öğreten, nesiller yetiştiren bir öğretmen olarak yapmıştır. Bu kargaşanın içerisinde bunu becerebilmek kolay iş değildir.

Özgül ablamız, sosyalizmi ne bir “sosyal cemaat” ne de bir alt kültür olarak kavramıştır. Sosyalizm, onun bireysel serüvenine bakıldığında siyasi olarak kavranmış ve bunu özgül yaşamında bütünleştirmiştir. İlkeli olmakla esnek davranabilmenin, evrensel olmakla yerelleşme gerekliliğinin, geçmişin izlerini taşırken bugünün ihtiyaçlarını saptayabilmenin diyalektiğini kendisinde cisimleştirmiştir. Onun misyonu genel ile özel arasındaki gerilimdedir. O Marksist ortodoksiyi en özel gündemlere yedirmiş, sıradan yaşam hikâyelerinin de bir parçası olarak sosyalizmin yerelleşmesi görevinin öncüsü olmuştur. O, arkasındaki kılavuzuyla, Marksizmle her yerde rengini saçmıştır. Sosyal olgu ve olaylarla mücadele etmenin verdiği iç rahatlığına kapılmamış, kendisini “tamamlanmış” bir birey olarak lanse edenlere karşı kendi bilgi ve deneyimini sürekli güncellemiş, Marksist ortodoksiyi şablonlardan sıyırmaya çalışmıştır. Özgül abla, benim için, Ortodoks Marksist olarak feminizmle sosyalizmin buluştuğu, hatta kavuştuğu noktanın ilk kanlı canlı, somut bir figürü olmuştur.

En sancılı tartışmalarda o ikna edici ve kararlı ses tonuyla bulunduğu ortamı şekillendirmiş, yaptığı tespitlerle inceliğini ve bilgeliğini göstermiştir. İnsanların çıkarcı hesaplarıyla değil, fikirleriyle uğraşmayı Marksist bir devrimci olarak rehber edinmiş, yaşam biçimiyle hepimizde örnek teşkil etmiştir.

***

Bir yazısında; “bu dünyadan veda günüm geldiğinde biliyorum yapmak isteyip de içimde uhde kalan çok şey olacak; ama bu dost zenginliği içinde dostlarıma teşekkür etmeden kapatmayacağım gözlerimi. Duygusallığa bağlamakla itham edilme pahasına: ‘Hepinizi çok seviyorum. İyi ki varsınız. Ve hep kalın hayatımda’” demişti.

Özgül abla, bizi ezberlerden, ezbere yaşayanlardan sıyırdığın için, yaşamınla, fikirlerinle bize örnek olduğun için biz sana teşekkür ederiz. Sana sarıldığımda o sıcak, temiz kalbini hep hissederdim, şimdi son bir kez sarılamamanın, son bir kez didişememenin ve buruk ayrılığının hüznü içerisinde sana veda ediyorum. Dostluğunun verdiği zenginlikle ve elbette duygusallığa bağlayarak: Seni çok seviyoruz, iyi ki yaşadın, iyi yaşadın, hep kalacaksın hayatımızda…