Basiretsizlik, beceriksizlik, işbilmezlik ve ardından gelen yardımseverlik! Tüm bu saydıklarımı tek bir kümede toplarsak neoliberalizmin aktörü olan bugünün devleti ortaya çıkar.
Devlet, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, kendi karakteristik özelliği olarak da saydığı olanca gelişmiş teknolojisi ve ilerlemiş bilimi ile kâr hırsından kaynaklı, yerkürenin doğalına karşı hala bir çare üretememiş gözüküyor. Bu durum, birtakım liyakatsiz bürokratların beceriksizliği gibi görülebilir. Ancak kapitalizmden bahsediyorsak, beceriksizlik ve/veya liyakatsizlik yalnızca bir sonuç olabilir. Başat faktör, özel mülkiyettir, her gün eskisini aratmayacak ihalelerin sermayeye peşkeş çekilmesidir, sermaye önündeki tüm engellerin kaldırılmasını buyuran neoliberalizmdir, insan yaşamını metalaştıran kapitalizmdir. Basiretsizlik ise ancak, para merkezli bir düşüncenin çıktısıdır. Neden-sonuç ilişkisine indirgenemeyecek bu durum, son zamanlarda sıkça duyduğumuz “Türkiye’nin en büyük problemi liyakatsizliktir” cümlesinin, aslında neoliberalizm bağlamında açıklanabileceğine işaret eder.
Bugün, bir tarafta Cumhuriyet tarihinde servet birikimi üzerine rekorlar kıran AKP, diğer tarafta bu çürümüşlüğe baş tutmuş iktidara karşı toplumsal bir öfke mevcut. AKP tam da bunun bilincinde olarak, sanki her gün yaşamımıza biraz daha kasteden neoliberalizmin uygulayıcısı değilmişçesine “yardımseverlik” kisvesine bürünüyor. Bu şekilde, toplumsal öfkeyi düzene entegre ederek, kamusal alandaki duygu durumunun harekete geçişini engelliyor. AKP’nin gerek içinden çıktığı siyasal gelenek, gerek iktidara tırmanma süreci, gerekse iktidarda olgunlaşması göz önünde bulundurulduğunda, yoksul halk kitleleri üzerinde, kamunun devre dışı bırakılıp cemaat ve tarikatlar eşliği ile hayırseverlik faaliyetleri örmesi ve bu faaliyetleri kurumsallaştırması sonucu rızayı ürettiği görülüyor. Düzenin yeniden üretimi çerçevesinde neoliberalizmin bir ilkesi haline gelen rıza üretimi, toplumsal olmayan tekil bireyleri siyaset sahnesine düzeni meşrulaştırması adına sokarken, diğer yandan toplumsal olanı depolitize ederek; hem sermayenin önünü açmak için, emek maliyetlerini düşürmek, esnek çalışma uygulamalarını yürütmek, kamu bütçesini sermayeye peşkeş çekmek, hem de toplumun siyasete katılımının engellenmesi ile sosyal ve ekonomik ilişkilerin ortadan kalkmasını sağlamaktadır. AKP, bugün, son kozlarını yine aynı sistemin uygulayıcısı ve üreticisi olarak oynuyor. Deprem anından hemen sonra ve bugün hala sürmekte olan, halkın tüm emeği ve çabası ile kamusal alanda yürüttüğü dayanışmayı AKP, kendi sınıfının çıkarı doğrultusunda tasfiye etmeye çalışıyor. En başından beri halkın depolitizasyonunu ören bu parti devleti, kendinden olmayanı da kendine eklemlemek suretiyle “Türkiye Tek Yürek” başlıklı bağış kampanyası yürütüyor. Ancak tüm bunları, bugün, AKP’nin olgunlaştığı yani çürümeye baş tuttuğu zamanda, egemen ideolojinin “ikna” yöntemi ile değil, devletin zor aygıtıyla gerçekleştirmektedir.
Bu yazıyı okuyanlar arasında, eminim ki AKP’nin 21 yıllık iktidarı boyunca AKP’yi tahlil eden, onun ulusal ve uluslararası konumunu açığa çıkaranlar vardır. Ve yine eminim ki, aynı insanlar AKP’yi tahlil etmekten bezmiş durumdadır. Bir önceki paragrafta bir nebze de olsa bu bezmişliği pekiştirmekten ötürü özür dilerim. Ve bugün, şimdiki ana odaklandığımızda, depremden 15 gün sonra anladığımızla, AKP üzerine yapacağımız tahlillerle sınırlı kalacak bir metin, geri düşen bir adımı ifade edecektir. Dolayısıyla direnmenin, sinmenin ya da beklemenin treni kaçırmak olacağı aşikardır.
Bugün var olan toplumsal öfke, halkın kamusal alandaki dayanışmasında ve bir arada durma refleksiyle harekete geçmesinde görünmektedir. Siyaseten dayanışma ağını örmediğimiz, en hızlı şekilde bir araya gelmediğimiz, yalnızca devleti teşhir etmekle kaldığımız bir senaryoda, AKP iktidar olmanın verdiği doğallıkla boşluğu dolduracaktır. Zor aygıtını egemen ideolojiyi tekrardan harekete geçirmek için kullanacaktır. Saray Rejimi ile esaslı bir mücadele, alternatif oluşturmak veya bir seçenek haline gelmekle mümkündür. Eğer depremin yaralarını, sadece iyi veya vicdanlı olduğunuz için dahi sarmak istiyorsanız, depremzedelere vereceğiniz psikososyal destekten sonra, bu ülkedeki en büyük faciayı yani Saray Rejimini yıkmak zorundasınız. Doğanızı, kentinizi, evinizi, sevdiklerinizi, ailenizi, kısaca hayatınızı yaşatmak istiyorsanız, birlikte yan yana durarak, asrın felaketi olan AKP’yi yıkmak zorundasınız. En kötü zamanlarımızda, dünyanın ve ülkemizin en büyük kriz anlarında, her defasında bizi dehşete düşüren söylemler ve fiziksel zorla geri düşüren AKP, bugün karşısında yan yana, iyiyi aramaya çıkan, yaşamak ve yaşatmak için birbirine ihtiyaç duyan, en güçlü sarılmalarımızla birbirine destek olan yığınları görmeli. 15 gündür ülkemizin en yakıcı gündeminde, gericiliğin ve yozlaşmanın, bireyciliğin ve bencilliğin, paranın ve hırsın kol gezdiği bu çağda, hala bir umut olduğunu, hala yan yana duran insanların yaşatmak için seferber olduğunu, hala iyiyi arayan kitlelerin olduğunu gördük. Artık bu kitlelerin kamusal alandaki mücadelesidir söz konusu olan. Mücadele, iyilik ile kötülük arasındadır. Kötülük sıradan, iyilik ise aranandır. AKP’nin her gün biraz daha zoru sıradandır ancak halkın bu sıradanlıktan hesap sorması yan yana olmasından geçer. Sahici iyilik için, düşmanın, karşıtının belirgin olması gerekir. Bize her gün binbir çeşit facia yaşatan Saray Rejiminden hesap sormak, bugünün özgül koşullarında iyiliğin sahiciliğini bize yansıtır.
Nefretimizi öfkeye, öfkemizi örgütlemeye çevirdiğimizde, “bütün düğünlerde gelin, bütün cenazelerde ölü olmak isteyen”, kendi özel yaşamından derin anlamlar çıkaranlara da iyiliği göstermiş olacağız. Şunu unutmadan: Tüm bunlar mücadelede taraflaşın çağrısı değildir. Artık taraflaşma zamanını geçtik, şimdi bir tarafı yıkma zamanındayız; Sarayın tarafını!