Konumuz doğal olarak yine deprem...
İki haftadır hepimizi acıya boğan kayıpları, dehşete düşüren ihmalleri, yüzümüzü kızartan pişkinlikleri, insanlığımızdan utandıran hezeyanları ve yine insan olduğumuzu hatırlatan dayanışmayı kayıpları konuşuyoruz.
Daha çok uzun bir süre de konuşmaya , tartışmaya devam edeceğiz.
Örneğin, çok değerli iki bilim insanı uyarmaya devam ediyor.
Prof. Dr. Naci Görür ile Prof. Dr. Celal Şengör kısa vadede deprem beklenen riskli bölgeleri açıklarken, İstanbul için de zamanın daraldığını söylüyor.
Onları dinlerken ve 11 ildeki yıkımları izlerken ürperiyorum, korkuyorum.
Biliyorum ki, o beklenen İstanbul depremi yaşamımızı alt üst edecek.
Yaklaşan bu depreme karşı ne yapabilirim diye düşünüyorum, yatarken başucuma su koymak ve fener bulundurmaktan başka aklıma hiçbir şey gelmiyor.
Sonra tahayyül ediyorum o felaket anını. Yaşadığımız binanın yıkıldığını, beton yığınlarının altında kaldığımızı...
1999 depremi sonrasında uzun süre soluduğumuz o tozlu havayı duyumsuyorum, acıyı hissediyorum...
Başımıza neler gelebileceğini üç aşağı beş yukarı kestiriyorum ama ne yapabilirim ki?
Aynı durumda olan yüzbinlerce insanla birlikte çaresizlik içinde bekliyoruz.
Yönetenlerin bize uygun gördüğü ‘kader planı’ böyle çünkü...
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, devletin İstanbul depremine karşı bir hazırlık içinde olduğunu söylemiş.
Sakarya’da depreme karşı tek bir hazırlık görmediğimden olsa gerek, bunu iyiye işaret olarak mı algılamalıyım, bilemedim,
Ülke genelinde ‘Çök-Kapan’ tatbikatı yapılmıştı ama onun da işe yaramadığını Maraş depremlerinde gördük.
Geriye sadece belediye başkanlarının, milletvekillerinin ‘yapacağız’ ve ‘edeceğiz’ açıklamalarının dışında bir şey kalmıyor.
Bu bölgede yaşanan en büyük depremin üzerinden 24 yıl geçti.
O günden bu yana neler yapıldığını hatırlamaya çalıştım.
Güçlendirilmesi zamanında tamamlanmayan orta hasarlı binalar yıkılamadı, deprem görmüş çok katlı yapılar yenilenemedi.
Kentsel dönüşüm adına hatırladığım tek şey Donatım semtindeki SSK binasının canlı yayında yıkılması. Erenler Küpcüler’de belediye tarafından gerçekleştirilen, sonra da kampanyalı konut satışına dönüşen bir çalışma yapıldı. Burada yaşayan Romanlar’a ayrılan konutların bile satışa çıkarıldığını hatırlıyorum.
Son olarak Adapazarı’nda belediye binası ile Hilmi Kayın İş Merkezi’nin bulunduğu alanda gerçekleştirilecek proje ‘kentsel dönüşüm’ diye sürüldü önümüze...
‘Kentsel dönüşüm değil mi?’ diye sorulursa, ‘hayır’ diyemem.
Kent dönüşüyor dönüşmesine de asıl hedefte olan deprem görmüş çok katlı binalar bugüne kadar nedense hep unutuldu.
Deprem görmüş çok katlı yapılar için geçen hafta bir karar çıktı.
Büyükşehir Belediye Meclisi’nin son toplantısında, ‘yerinde dönüşüm’ denilerek, çok katlı yapıların yıkılarak aynı kat sayısında inşa edilmesine karar verildi.
Bu kararla her ne kadar ‘hak sahipliğinden kaynaklı’ sorunların çözüleceği söylense de, emsal olacağı ve yeniden yüksek binaların önünün açılacağı gerekçesiyle tepki gösterenler oldu.
Son felaket öncesinde SATSO Meclisi’nde konuşulanları göz önüne alırsak haksız da sayılmazlar.
Bazı meclis üyeleri, bugünkü teknolojiyle ’30 katlı binalar bile yapılabileceğini’, bu teknolojiyi kullanarak verimli tarım arazilerinin korunması gerektiğini savunuyordu.
Sakarya’da iktidar partisinin bugüne kadar propaganda malzemesi yaptığı ‘yatay mimari’den vaz mı geçiliyor, bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Bugünden belli olan ise bu tartışmalar içinde, çok katlı binaların dönüşümünün hayli zaman alacağı...