4,5 ay geçti Kahramanmaraş merkezli büyük depremin üzerinden ve hala su sıkıntısı başta olmak üzere büyük sorunlar yaşanıyor deprem bölgesinde. 7,7 büyüklüğündeki ilk deprem ve ardışık depremlerde resmi olarak 50 bine yakın can kaybı açıklandı. Gerçek rakam ise bilinmiyor. Buna karşılık Şili’de 8 büyüklüğünde bir depremde yalnızca 500 can kaybı olmuşsa tabii ki siyasi bir meseledir deprem ve öncesinde olduğu gibi sonrasında yaşananlar da siyasidir. Amik Gölünü kurutup havalimanı yapmak, sulak tarım arazilerini imara açmak siyasidir. Siyasetin esas meselesi ise kitleleri yönetmektir. Yönetmek de seçimlerle oluyor bildiğiniz üzere. Depremin ardından seçim gündemine düşünce herkes, -bu herkese kadın hareketini katmıyorum- kaderleriyle ve kendileriyle baş başa kaldı bölgede yaşayanlar.
Önce soğuktu havalar. İnsanlar çadır ve konteynırlarda ısınma sorunu çekti. Ardından sıcaklar başladı, bununla birlikte özellikle Antakya’da çadırda yaşayanlar için yılanlar büyük sorun haline geldi. Sivrisinek, diğer börtü böcekler ve beraberinde gelebilecek hastalıkları saymıyorum bile. Üstelik iklim krizi de kapımızı çaldı; şiddetli yağmurlar, çadırda kalanları daha da zor durumda bırakıyor. Yağan yağmurlarla deniz seviyesi yükseliyor ve İskenderunlular yürekleri ağzında yaşıyor. İçme suyu ise hala yaşamsal değerde, ulaşılabilir değil.
Görebilenler için tüm bu olumsuz tabloya, tehlikeli sesler de ekleniyor. Örneğin TOKİ tarafından inşa edilecek afet konuları için “Depremzedenin elinde kalan sağlam evler, zeytinlikler, tarım arazilerine de kamulaştırmayla el konuluyor” iddiası var. İddiaya göre Hatay’da uygun ve boş hazine arazileri varken, vatandaşın özel mülkünün kamulaştırılması, afetin ranta dönüştürüldüğüne yönelik şüpheleri artırıyor.
Yıkım ekiplerinin ev sahiplerini, yıktıkları kendi evlerine sokmadığı iddiaları da var Antakya’da. Hurdacıların bile şehirde dolaşmasının yasak olduğundan, yakalanan hurdacılara ceza kesildiğinden söz ediliyor. Enkazlar sadece ihaleyi alanlar tarafından yağmalanıyor anlayacağınız. Ev senin, eşya senin. Kimin umurunda? Yıkım ekiplerinin enkaz başlarına sürekli avukat ve polis gönderdikleri, korkunun hüküm sürdüğü paylaşılıyor sosyal medyada. İnsanların korkudan konuşamadıkları, sahipsiz kaldıkları için yağmaya karşı ses çıkaramadıkları söyleniyor. Antakya’nın gerçek sahiplerinin kenti terk etmeleri bekleniyor herhalde. Yeni kurulacak şehir, herkese her zaman umut olmuyor ne yazık ki. Her türlü şeyi kendilerinde hak görenler, deprem felaketini kendi çıkarlarına dönüştürenler; yapabildikleri için yapıyorlar yine.
33 İLDEN KADIN VEKİL YOK
Umut, umutsuzluk, hüsran, kırgınlık, suçlama, öfke ve daha benzeri birçok duyguyu bir arada veya artarda yaşayarak 14 Mayıs / 28 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Kutuplaşmanın daha da arttığı seçim sonrasına, bizim açımızdan yani kadınlar açısından baktığımızda; 121 kadın milletvekilinin meclise girdiğini ancak 33 ilden hiç kadın milletvekili çıkmadığını, buna karşın; ilkelerini, taleplerini tümüyle kadın düşmanlığı üzerinden belirleyen birçok erkeğin mecliste olduğunu görüyoruz.
Kadınların resimlerini karartıp, 6284 sayılı şiddetin önlenmesi yasasını ve nafaka yasasını ortadan kaldırmayı seçim vaadi olarak sunanların, kadınları “kutsal aile” ve “makbul kadın” kıskacında tutup, yalnız kadınların sahiplendirilmesi gerektiğini dile getirenlerin, çok eşliliği savunanların, LGBTİ+’ların varlığına saldırıp, gökkuşağı renklerine dahi tahammül edemeyenlerin, insanları domuz bağıyla katledenlerin girebildiği TBMM’nin, kadınlar açısından umutlu bir gelecek vaat etmediği ortada. Kadın örgütleri tarihinin en gerici meclisi olarak nitelendiriliyor bu nedenle yeni meclisi.
Bunların hiçbirinin tesadüfü olmadığını biliyoruz. O yüzden seçimler öncesi; 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu, Medeni Kanun’daki nafaka hükümlerini, çocuk yaşta evlilik nedir, diyerek 6-7 yaşındaki çocukların “olgunluğunu”, İstanbul Sözleşmesini, eğitimi, birçok kadın/ çocuk hakkını dillerine doladılar. Kadınların ve çocukların önümüzdeki günlerde neler yaşayacaklarını teker teker gördük adeta.
Ve sonuçta; işsizliğin sebebinin kadınların çalışması olduğunu söyleyen bir Hazine ve Maliye Bakanımız, karma eğitime karşı söylemleriyle gündem olmuş bir Milli Eğitim Bakanımız, sürekli sivil bir anayasa yapacağız, milletimizin yeni anayasaya ihtiyacı var diyerek, çoğunu kullanamasak da yazılı halde mevcut olan Anayasal haklarımızın da tırpanlanacağının sinyallerini veren bir Adalet Bakanımız var artık.
Pilot bölge seçilen İzmir’de 842 okula “manevi danışman” adı altında imam atanması, Boğaziçi Üniversitesi kayyım rektörünün 6284 sayılı yasa kapsamında direnişe katılan 12 öğrenci hakkında koruma kararı aldırması, işçileri üye yapmak isteyen sendika görevlilerinin iş yerine yaklaşmalarını engellemek için aile mahkemesinden uzaklaştırma kararı aldırılması, Kadıköy Kaymakamlığın LGBTİ+’ların düzenlediği çay etkinliğini yasaklaması* ilk örnekler olarak önümüze çıktı.
Perşembenin gelişini çarşambadan görüyoruz. Bize düşen daha özgür ve insanca bir yaşam için; yine ve yeniden, daha fazla mücadele. Tüm bu gerici hedefler karşısında, aynı olmasak da bir araya gelebilen, dayanışması güçlü bir kadın hareketi var. Kadın hareketinin örgütlü gücünün hayatın tüm alanlarına yayılması ve dayanışmanın artırılması da önümüzde göz ardı edilmemesi gereken ivedilikli görev olarak duruyor gibi. Yerel seçimlere ne kaldı şunun şurasında…
*okuma önerisi: Kürde su, lubunyalara çay yok - Evrim Kepenek - bianet