“Kayıplarımızdan ve ve adalet arayışımızdan vazgeçmeyeceğiz!

Cumartesi Anneleri/ İnsanları’nın bu haykırışı alternatif yayın yapan medya kuruluşlarında gözünüze çarpmıştır geçtiğimiz günlerde. Alternatif medya diyorum, çünkü ana akım olarak adlandırılan medya birçok hak arama mücadelesine olduğu gibi Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın uzun soluklu hakikati aramaları karşısında duyarsız, suskun. Umarım daha öncesinden de haberdarsınızdır, ilk kez 27 Mayıs 1995’te gözaltında kaybolan yakınlarının akıbetini sormak için Galatasaray Lisesi önünde toplanan Cumartesi Anneleri/İnsanları, aradan geçen 27 yılın ardından çeşitli kereler baskı ve yıldırma ile eylemlerine ara verseler de hala aynı kararlılıktalar. İstedikleri tek şey ise kaybolan yakınlarının cansız bedenlerinin nerede olduğunu bilmek ve sorumluların cezalandırılması. Kayıp yakınları ancak o zaman yas süreçlerini tamamlayabilecekler çünkü.

Uzmanlara göre; yakınını kaybedenin yaşayacağı yas süreci kişiye göre değişse de ortalama olarak bir yıllık bir zaman diliminden sonra - kaybın hissettirdiği duygular kaybolmadan- geride bırakılabiliyor. Bu süreci dört evrede açıklıyor uzmanlar: Birinci evrenin birkaç saat ile birkaç hafta arasında değişebileceği, yakınını kaybeden kişinin ölümün gerçekliğini kavramakta zorlanacağı, yaşadığı karşısında şaşkın, donuk, tepkisiz olabileceği ve gerçekdışılık duyguları yaşayabileceği belirtiliyor. Kişinin, kaybın acısını daha fazla hissetmeye başlamasıyla ikinci evreye geçiliyor. Yoğun üzüntü ve özlem duygularının yaşanması, sık ağlama nöbetleri, öfke, huzursuzluk, korku, heyecan, kontantrasyon güçlüğü, keyif alınan şeylere yönelik isteksizlik bu evrenin diğer belirtileri. Kaybın geri dönmeyeceği gerçeğinin giderek fark edilmesiyle ümitsizlik ve çaresizlik duygularının yaşandığı zaman dilimi üçüncü evre olarak adlandırılıyor. Bu devreye yoğun yorgunluk-bitkinlik, isteksizlik ve ilgi kaybı eşlik ediyor. Aylar içinde ölümün kesinliğinin ve sonuçlarının kabullenilmesiyle kişinin üzüntü duygularının yoğunluğunun giderek azalacağını belirten uzmanlar, ölen kişinin anılarının yitirilmemesi ile birlikte, kişinin kayıptan önceki haline dönebileceğini, yaşamını yeniden düzenleyip, geleceğe dair umutlar ve tasarıları yeniden kazanabileceğini söylüyorlar. Tüm bu yazdıklarım yas sürecinin normal yaşandığı ve sonlandırıldığı durumlar için geçerli tabii ki. Cumartesi Anneleri/İnsanları için geçerli değil. Kayıp yakınları 27 yıldır yas süreçlerini sonlandıramadı ne yazık ki. Normal kabul edilen şartlarda bile oldukça zorlu geçen yas sürecini yaşamaları dahi çok görülüyor kayıp yakınlarına. İçlerinden birçoğu yas sürecini tamamlayamadan göçtü bu dünyadan, adaletin sağlandığını göremeden.

Bilirsiniz kaybın ardından yaşanan yas sürecinde belli ritüellerin yerine getirilmesi de gerekiyor. Hemen hiçbir topluluk hatırlamıyorum ki, defin işleminin ardından tören yapmasın. Her toplumun kendine göre ölüm arkası ritüeli var. Çoğunlukla dini, inanca bağlı bu ritüeller, gelenekler ve kültürle de iç içe geçmiş durumda. Tarih boyunca ötelenmeye, reddedilmeye çalışılsa ve genellikle korku ile anılan bir varoluş gerçekliği olsa da, her zaman sosyal bir olay olmuştur ölüm ve ölümü takip eden ritüeller. Cansız bedenin defni sonrasında; ağıtlar yakılması, defin sonrası yemek dağıtılması, sofralar kurulması, taziye çadırları, mezara üç gün boyunca su dökülmesi, ölümün ardından kırk gün boyunca bir kişiye süt götürülmesi, yine kırk gün boyunca lokma dökülmesi ve dağıtılması, ağıtlar eşliğinde dans edilmesi, cenaze defnedilmeden ölenin yakınlarının yıkanmaması, kırk gün boyunca özellikle kadınların siyahlar giymesi, ölü çıkan eve yedi gün boyunca yemek taşınması, bir yıl boyunca yakın çevreye yemek verilmesi, defnin ardından gelen üçüncü, yedinci, kırkıncı günde dualar okunması, ölenin sevdiği yiyeceklerin duaya katılanlara dağıtılması… Bu geleneksel törenlerin de hiç birini gerçekleştiremedi Cumartesi Anneleri/İnsanları. Çünkü kayıplarının bedenleri nerede belli değil, tüm uğraşları, mücadeleleri de bu nedenle.

Uzmanlar kaybın aniden ve beklenmedik şekilde; savaş, şiddet, bombalama sonucu gerçekleşmesi halinde sürecin travmatik yas sürecine evrildiğini ve uzun süreli tedaviler gerektiğini söylüyor. 27 yıldır, aralıklarla 913 haftadır kayıplarının akıbetini soran insanların yaşadıkları travma neyle, nasıl açıklanabilir, nasıl tedavi edilebilir? Öyle bir travma ki bu, kuşaklardan kuşaklara aktarılıyor. Anne-baba çocuğunu arıyor, bulamıyor. Çocuğunun çocuğu, kardeşi, ağabeyi, teyzesi, amcası, torunu devralıyor aramayı, sormayı, mücadele etmeyi. Babası gözaltında kaybedilen 12 yaşındaki bir çocuğun tanıklığının yarattığı travma nasıl atlatılır ki… “…. babamın kaybedildiği gün, ben eve giderken babamı kapıda gördüm. Telsizli üç kişi vardı yanında. Onlarla göz göze geldik. Onlardan biriyle gülümsedik birbirimize. Beni tanıyordu o. Bunu birkaç dakika sonra anladım. Benim Fehmi’nin kızı olduğumu bilerek gülümsedi o bana, bense ona babamın arkadaşı olduğunu sanarak gülümsemiştim. Babamı kaybetmek kadar acı onlarla göz göze gelmiş olmak. 18 yıldır bununla yaşıyorum ben ve bu çok ağır…..”

O kadar çok tanıklık, o kadar çok anı var ki kayıp yakınlarının anlattığı. Hakikat ve adalet arayışının kısaca tarihçesi, bilmeyenler için şöyle. Bilenler için de bir hafıza tazelemesi olsun. Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın ilk olarak 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Meydanı’nda oturarak başlattıkları hak arama mücadelesi çeşitli dönemlerde kesintiye uğratıldı, kayıpların aranmasını istemeyenler tarafından. Sürekli inkâr edildi kayıplar, inkâr cezasızlığı getirdi. 8 Temmuz 1995 günü yapılan polis müdahalesinde yerlerde sürüklenerek gözaltına alınsalar da ertesi hafta yine aynı meydandaydı aileleler. Sonraki ay ve yıllarda sürekli baskı ve şiddet gördüler, binlercesi gözaltına alındı, işkence görenler oldu. Kayıp yakınları ve onları destekleyen insan hakları savunucuları hakkında çeşitli kereler dava açıldı. Cumartesi Anneleri/İnsanları baskı ve şiddet karşısında 13 Mart 1999’da eylemlerine ara vermek zorunda kaldılar ama 31 Ocak 2009’da yeniden Galatasaray Meydanındaydılar. 2018’de hak arama mücadelesi 700ncü haftasındayken İçişleri Bakanlığı kararıyla Galatasaray Meydanı’nda toplanmaları yasaklandı ailelerin ve 700ncü haftada yoğun bir saldırı ile karşılaştılar, gözaltına alınanlar oldu, ardından 46 kişi hakkında dava açıldı. Ancak aileler yılmadı, Galatasaray Meydanı’na her çıkışlarında gözaltına alındılar, tazyikli su yediler, coplandılar. Hak arama mücadelelerini İstanbul İHD önünde sürdürmeye karar verdiklerinde de sonuç aynı oldu. Bu arada 5 Şubat 2011’de zamanın Başbakanı Erdoğan, Dolmabahçe’deki ofisinde kabul etti kayıp yakınlarını. Başta Berfo Ana olmak üzere annelere kayıplarının bulunacağı konusunda söz verildi. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde bir alt komisyon kuruldu ve toplanan raporlar doğrultusunda dava açıldı. Ancak dava dosyası 2014’te Yargıtay’ın kararıyla zamanaşımından kapatıldı ne hikmetse. Araya pandemi girdi ve Cumartesi Anneleri/İnsanları kayıplarının akıbetini sormayı sosyal medya üzerinden sürdürdüler. Geçtiğimiz 21 Eylül’de, dava açılan 46 kişinin 5nci duruşması vardı. Çağlayan Adliyesi önünde toplanan kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları yine büyük bir baskı ve saldırı ile karşılaştılar. Basın açıklaması engellendi. 16 kişi darp edilerek gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında duruşmada beyanı dinlenecek olanlar da vardı. Yeni haklarında dava açılanlar. Gözaltılardan sonra başlayan duruşma ise gerçekten davada, hakikatin nasıl aranmayacağının bir örneğini gösterdi, daha önceler birçok davada görüldüğü gibi. Avukatlar beyanda bulunacak kişilerin gözaltına alındığı için beyanda bulunamayacaklarını söylerken, hâkim dışarıda olanların kendisini ilgilendirmediğini söyledi ve gözaltına alındıkları için beyanda bulunamayan davalılar hakkında ihtar talep etti. Tam bir kara mizah örneği. Hayat bir kez daha kurguyu geride bıraktı.

Bu öfke, bu kin neden diye soruyor insan, yanıtını bilse de. Kabul edemediği için, içine sindiremediği için soruyor. İfade özgürlüğünün temel araçlarından olan toplanma ve gösteri özgürlüğünün, sadece belli bir kesim için geçerli olduğunu kafamıza vura vura (deyim olarak değil gerçekten) kabul ettirmek istediklerini biliyoruz. Nefes almamızın engellendiğini ve sesimizin hiç çıkmamasının istendiğini de biliyoruz. Ama çıkmayan canda umut vardır örneği, yine de soruyoruz tüm saflığımızla: Basın açıklaması yapılmasının hukuksuz tarafı nedir? İnsanlar basın açıklaması yapıp dağılacakken, insanların darp edilerek gözaltına alınmasının, öfke ve kin ile saldırıda bulunulmasının nedeni sadece kamu güvenliği olarak açıklanamaz bence. Çünkü biz pandeminin en yoğun zamanlarında Ayasofya’da, mitinglerde, açılışlarda, parti kongrelerinde, yakın zamanda LGBTİ+ karşıtı gösterilerde kamu güvenliğinin gözetilmediğini unutmadık.

Biliyorum, uzun bir yazı oldu ama Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, sadece kayıplarının akıbetini sorma ve sorumlularının cezalandırılması istemiyle gerçekleştirdikleri hak arama mücadelesi de uzun yıllardır sürüyor. Onlar sadece hakikati arıyorlar. İstiyorlar ki yakınlarını kaybedenler açıklansın ve gerekli cezayı alsınlar. Ama ne yazık ki kendileri aşağılanıp, saldırıya uğrayıp, gözaltına alınıyorlar ve haklarında davalar açılıyor. İnsafsızlık bu!

28/09/2022