İş güç alanındaki görünür işlevsellik, üretkenlik nedeniyle bazen ne kadar yoğun kişisel, ilişkisel zorluklar gölge altında kalıyor. Sevdiğimiz, sevildiğimiz yakın, devamlı bir ilişki kurabilmek için özellikle kendi kendimize kalabilme kapasitemizin ve diğerini kendi ihtiyaçları olan ayrı bir insan olarak görebilme kapasitemizin gelişmiş olması çok önemli.
Öncelikle daha buralara gelmeden birçok ilişkisel zorluk ‘aman olsun işinde gücünde iyi’ şeklinde savuşturuluyor toplum tarafından. Görülmüyor. Pek de önemsemiyor hatta. Bunda ülkemizde ekonomik olarak hayatta kalma mücadelemizin de büyük bir payı var. İnsanlardan ilişkileri yatırımlık hisseler gibi görmeleri, yalnızca kendi ihtiyaçları doğrultusunda diğerini konumlamaları, kullanmaları öğütleniyor. Ne kadar sık duyuyoruz: sana iyi hissettirmiyorsa sal gitsin. Bu durumun romantik ilişkiler üzerinde yarattığı baskıyı başka bir yazı vesilesiyle konuşalım. Bu yazıda yakın bir ilişki kurabilmek için (aile, arkadaşlık ve romantik ilişkiler) çok temel olan bir kapasiteden kısaca bahsetmek istiyorum.
Yalnız olabilme kapasitemiz. Başka biriyle olmak bizim için hayatta kalmak anlamına geliyorsa, çok ciddi endişelerimizi savuşturmak için bir kalkan haline geliyorsa zorluklar artıyor. Bu ilişkideki iki taraf için de taşıması büyük bir yük. Elbette başka birine ihtiyaç duymaktan bahsetmiyorum. İnsan yapayalnız var olabilen bir canlı değil. Birbirimize ihtiyacımız var. Fakat yalnız olabilme kapasitemizle yaşadığımız bir zorluk tam da karşılıklı olarak beslenmeyi, birbirimizin varlığından keyif almamızı engelleyen bir durum. Bir düşünelim, sürekli olumsuz bir şeyden uzaklaşmaya çalışırken keyif alabilmek çok mümkün gözükmüyor. Aynı zamanda bu kapasitemizde yaşadığımız zorluklar olumsuz bir şey yaşasak bunu konuşabilmeyi ve gerekirse ayrılabilmeyi iyice karmaşıklaştırdığı için de ilişkiyi zorlaştırıyor.
Yalnız olmak ve yalnız bırakılmak iki ayrı kavram. İlişkilerde iki tarafın da yalnız olabilme kapasitesi yeterince iyi ise birbirlerinden fiziksel olarak uzak da olsalar, birbirlerini istemeden incitseler de bunlar onarılabilir şeyler olur. Eğer değilse her olumsuzluk bir terk edilme gibi deneyimlenmeye açık olduğu için çok ağır ve karmaşık duyguları uyandırabilir.
Peki bu kapasitemizde niçin aksaklıklar yaşarız? Neden bizim için ayrılmak, reddedebilmek, kendimizi ortaya koyabilmek, başkasının ihtiyaçlarına da arada uyum sağlayabilmek bu kadar zorlayıcı oluyor? Diye sorduğumuzda geçmiş deneyimlerimizi, kendimizi neyden korumaya çalıştığımızı, hangi duyguları yaşadığımızı ve bunların nerelere bağlandığını çalışmamız gerekebilir. Her zorluğun bir anlamı var sonuçta. Bizim için olan anlamını bulabilmek ise tamamen bize ait bir yolculuk. Psikoterapi de o yollardan biri.