Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.

Çok sevdiğim bir şiiridir İsmet Özel’in. Dün gece ofisten evime doğru giderken bir yazı gördüm duvarın birinde ve İsmet Özel ‘in şiiri geldi aklıma. Yazı şuydu: ”Laylon dünyanın plastik insanları…”

Bazen sokaklar çok şeyi anlatır; siz bakmayın evlerde kitaplara, televizyonlara gömülüp bir şeyler okuyup izlediğimize. Sokak acımasız dili, umarsız zekası ile daha çok şeyi anlatır bize.…Bu yüzdendir bütün ihtilallar sokakları yasaklar, bütün isyancılar sokaklara dökülür, bütün garibanlar sokaklarda yaşar. Ve sokak kendine herkesin anlayabildiği veya kimsenin anlayamadığı bir dil yaratır. Bir şairin 15 satırda anlattığını bir cümlede -hem de Türkçesi bozuk bir cümlede- anlatır.

Bir de her şeyi bilip eleştiren bir de her şeyden haberdar olup düzeltmeyen aydın kesim vardır. Sanki bilince bir şey değişecekmiş gibi. Bilginin verdiği ukalalık hepsinden daha acımasız hepsinden daha ağır sonuçlar doğurur topluma. Bir gün bir arkadaşımla telefonla konuşurken kör bir adam: “Kalem satıyorum almak ister misiniz?” diyerek yaklaştı yanıma.. Parayı uzatıp kalemi aldığımda “Allah razı olsun!” dedi bana. Rica ederim, dedim. Telefonun ucundaki ses neden onun dilinle konuşmadığımı sordu. Oysa ben para verenin küstahlığı ile “Rica ederim ne demek!” diyerek kendimce teşekkür ettiğimi sanıyordum. Ne demem gerektiğini sordum ona. Bana “Hayrını gör” demen daha doğru dedi. Çünkü rica etmek sokak dili değildir, dedi. Doğru cümle:“Hayrını gör!”

Tonlamaya göre değişen ne güzel bir cümledir “Hayrını gör!”

Kadını kocaya teslim ederken, evi sahibine teslim ederken, parayı alıcıya teslim ederken, malı insana teslim ederken söyleriz bunu: Hayrını gör!.

Biz sokak diline de halk diline de bu kadar yabancıyken, bir de rica ederim deme küstahlığını nasıl barındırıyoruz içimizde?

Duvarda gördüğüm laylon kelimesi bilgisayarım gibi rahatsız ediyor beni. Altını kırmızı kalemimle çiziyorum. Sonra altını çizdiğim bir çok şey geliyor aklıma. Benim gibi düşünmeyenlerin altını çiziyorum. Tecavüzlerin altını çiziyorum. Ensest ilişkilerin altını çiziyorum. Kadın cinayetlerinin altını çiziyorum. Rüşvetin, talanın, adam kayırmanın altını çiziyorum. Sanata gelen sansürün altını çiziyorum. Sosyal paylaşımdan dolayı bir buçuk ay tutuklu kalan arkadaşımın uğradığı zulmün altını çiziyorum. Bir şey bulunmadığı halde gözaltı süresi uzatılan üniversite öğrencisinin altını çiziyorum. Çizdikçe hayatım, şehrim, ülkem karalama defterine dönüyor. Sonra Laylon kelimesine geri dönüyorum. Kırmızı çizgi hala duruyor orada. Bütün çıplaklığı ile plastik dünyanın sahtekar insanları gibi boşlukta asılı duruyor.

Bir şehir bu kadar verimli ve bu kadar verimsiz olabilir mi diyor insan? İnsan kokmadığı, sanatın olmadığı, bütün kirli olayların örtbas edildiği bir şehir…. Sokakları temiz olsa ne olur olmasa ne? Biz kendi şehrimize bu kadar yabancıyken şehir bizi her sabah kusarken biz inatla çiziyoruz laylon kelimesinin altını. Bırak o edebiyatı laylonla yapsın. Çünkü dilini düzeltmekten daha fazlasına ihtiyacı var bu şehrin. Güvende olduğunu hisseden çocuklar lazım bu şehre. Suyunun, toprağının peşkeş çekilmediği köyler lazım. Gençlerin kendini ifade edebileceği alanlar lazım. İşi olan babalar, şiddet görmeyen analar lazım. Bir de bizim konuşulan dili anlamamız lazım.

Hayrını görür müyüz görmez miyiz bilmiyorum ama çekip gitmek kolay, durup mücadele etmek, anlamaya çalışmak zor. Ama bir şey var ki “Hayrını görmek” mümkün olmayacak böyle giderse…

En iyisi biz kalemi uzatan adamdan başlayalım hayrını gör demeye…

“Hayrını gör!” Gör de bir daha seni görmezden gelmeme izin verme.