Kısafilm, içeriği, tekniği, duygusu ve coşkusuyla farklı, farklı olduğu kadar da önemlidir. Tecimsel kaygısı yoktur kısafilmcinin, yeter ki anlatmak istediğine fırsat verilsin ve kendi düş(ünce)leriyle bağdaşsın. Her öykü kısafilme yol açmaz; çatışmasının, çelişkisinin okuyucu (izleyici) tarafından yakalanması ve çözümlenmesi istenir.

Daha önce roman ve öyküleriyle tanıdığımız, senaryo da yazan Ayten Kaya Görgün, teklifsiz, içten, cesur ve tabii ki yalın diline mizah ve gündelik yaşamın taşıdığı politika da katılıyor. Görgün’ün, dışarıdan izlediği ve izlettiği yansıyor öykülerine. Gündelik dilde söylersek tipik bir dikizcilik. Önü sonu yok. İşte, en tam o nedenle de zaten öncesini ve sonrasını okur kendisi tamamlıyor. Bu çerçevede bakınca da cümleleri yalın, dili alabildiğine şeffaf, öyküleri çarpıcı ve kısa. Bir an durup düşünüyorsunuz: “Ne oldu?” Sonra gözlerinizi kısıp devamını getiriyorsunuz. Bu gün böyle, yarın daha başka… Bundan güzel daha ne olabilir ki! Öykü -ve tabii, kahramanları- sizinle birlikte yaşıyor, değişiyor, güçleniyor ya da halsiz kalıyor.

Yazar da zaten bunun ayırdında… “Bir adam, adamın karısı, adamın bacısı ve yaşlı teyzesi, dördü aynı arabada… Bir kadın, kadının kocası, görümcesi ve kocasının teyzesi, girişi böyle de yapabilirim.” Erkek egemen dünyada (ya da ülkemizde) erkekçi bakışla da başlanabilir -ki, hiçbirimiz de yadırgamayız- ama yaşamı elinde tutan, dünyayı kucaklayan kadın açısından bakınca ikinci seçenek daha bir güzel sanki. Yazar, bunu bilerek, okurunu çarpmak(!) için başlamış öyküsüne. Okur çarpılmışlığın ötesinde kendince kurmaya başlıyor… Erkek egemen bir öykü olursa nasıl ilerler, kadını öne çıkararak yazılırsa ne(re)lere evrilir, kuir kahraman olsaydı ne olurdu? Kısafilmcinin de aradığı bundan başka bir şey değil. Her ne kadar eski(!) bir kısafilmci olsam da, edebi bir öykünün -hele de görsel yazılmışsa- ne denli çarpıcı olduğunu yakalıyorum.

Bir öykü daha var ki, müthiş! İki kadın… İkisi de “Keşanlı Ali Destanı”ndan fırlamış (öykü ile Haldun Taner’in bu oyununun hiçbir benzeşikliği yok, ben, şimdi bu cümleleri yazarken o iki kadını Keşanlı Ali Destanı’ndaki Zilha ile Şerife Abla’yla buluşturdum, kendiliğinden) gibi: Ayten Görgün, kahramanlarını tanıtmak yerine betimliyor: “… Bu kez elleri belinde, anlaşılan adamın karısı, köpekli kadının karşısına dikiliverdi.”

Sonrası bende… Zilha “Şamama Şarkısı”na başlar: O senin küffün mü / O bir küçük hamfendi”. Her ne kadar Keşanlı’da mahallenin başıboş sokak köpekleriyle kendisinin küçük finosu arasında geçiyorsa da bu; elini beline dayayan (belki de eteğini şalvarına sıkıştırıp hareket serbestisi kazanan) öykü kahramanı Zilha’yı hayal ettirdi. Evet, biliyorum, birebir örtüşmüyor, ama düş benim hayal benim, ellere nesi…

Ayten Kaya Görgün kısa ve net yazmış, ama öyle güçlü ve öyle önü açık öyküler ki, dilediğiniz gibi geliştirebiliyorsunuz; en tam da o nedenle kısafilmcilere öneriyorum ya… Annesi ve kızı arasında geçenlerden biri de çok çarpıcı: Kız, solak ve okulda herkes dalga geçiyor, hatta şeytanla işbirliği yaptığı bile söyleniyor. Dahası, surelere dili dönmediği için din dersinden zayıf alıyor… Annesi arada kalmış… kendi annesi Türkçe dua ettiğinde de Allah’ın duyacağını söylüyormuş, ona çocukken. Ama ders bu! Birebir dua etse neyse!

Hemen her gün bir haberde karşınıza çıkan taciz konusunu o denli iyi anlatmış ki yazar, bu kadar olur. Tabii ki, kadın duyarlılığı öykülerinde öne çıkıyor.

Öküzçeker
Ayten Kaya Görgün
Öykü
Everest Yayınları, Aralık 24, 93 s.

(Bu yazı Son Haber'de yayımlanmıştır)

Ayten Kaya Görgün, kitabını imzalamak ve (moderatör Neslihan Cangöz ile) söyleşmek üzere TAKSAV’da (Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat İçin Vakıf) 2 Mart Pazar günü saat 15:00’te edebiyatseverleri bekliyor.