Baskı, şiddet ve direniş…

19 Mart’tan itibaren yaşananları böyle özetleyebiliriz.

Bugüne baktığımızda ise CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun İBB Başkanlığından alınıp, tutuklanmasıyla başlayan protestolara, henüz sokağa çıkmayan ya da çıkamayan geniş halk yığınlarının destek verdiğini görüyoruz.

İstanbul’un zaten ayakta olduğunu varsayıp, Şişli ve Beylikdüzü mitinglerini bir kenara koysak bile Samsun ve Yozgat’taki CHP mitingleri, halkın bu iktidardan desteğini tamamen çektiğini ortaya koydu. Özellikle, CHP’nin bir önceki seçimde çok az oy aldığı Yozgat’ta bu denli sahiplenilmesi, sürecin iyi yönetilmesi halinde AKP-MHP iktidarının son demlerini yaşadığını gösteriyor.

Yaşananlar ve mitinglerdeki görüntüler bana 1977 seçimlerini hatırlattı. O seçimi devrimci bir liseli olarak, o günkü imkanların elverdiği ölçüde yakından izledim. Faşistlerin silahlı saldırıyla provoke ettiği Düzce mitinginde panik içinde kaçışmak yerine sakinliğini korumuş, yaralılarını alıp hastaneye taşımış, izdiham yaşanmasına engel olmuştu. Bugün de direnişe katılan geçler tomalar ve biber gazına karşı göğüs göğüse mücadele verip, polisin gözaltına almaya çalıştığı arkadaşlarını söküp geri alma cesaretini gösteriyor.

1977 mitinglerinde; çocuklarını, milliyetçi cephe hükümetinin desteklediği çetelerden koruma içgüdüsüyle anneler en ön sıralarda yer alır, “analar doğurur faşistler öldürür” sloganına eşlik ederdi. Bugün de çocukları gözaltına alınan anne ve babalar başta olmak üzere, protestolara katılan tüm gençlerin ebeveynleri de sokağa çıkıp onlara sahip çıkıyor, verdikleri mücadeleye destek oluyor.

İşçisi köylüsü, genci yaşlısı, kadını erkeği, muhafazakarı sosyalisti umut olarak gördüğü Bülent Ecevit’in arkasında insan seli oluşturuyordu. Tıpkı bugün Ekrem İmamoğlu’nun arkasında duran milyonlar gibi… 1977 ile bugünü ayıran tek fark belki de o zamanki mitinglerde yan yana durmalarına rağmen sosyalistleri “anarşist” diye niteleyip, araya büyük mesafe koyan esnafın, çitçinin ve muhafazakar kesimin, bu mesafeyi aradan kaldırması, sokakta direnen gençleri sahiplenmesi…

Evet Türkiye yeni gelişmelere, büyük bir değişime gebe… Bu süreci doğum süreci olarak diye de adlandırabiliriz. Bu nedenle iyimserim. Yel, henüz işçiden yana esmiyorsa da en hafif tabiriyle gerici, baskıcı rejimin sonunun geldiğini düşünüyorum. Tabi ki, yazının başında da belirttim, sürecin yönetilmesinde hata yapılmazsa… Yani artık iş doğru olan doğum yöntemini bulmakta. Buna da siyasetin doktorları karar verecek.

Tam burada bir endişemi belirtmeden geçemeyeceğim. 19 Mart’tan bu yana devam eden direniş halinin bir şekilde sönümlenmesi, benliğimizi sarıp sarmalayan umutların tükenmesine yol açar. Beklemediği bir direnişle karşılaşan ve çıkış arayan iktidara, muhaliflerin kesimlerin üzerine çökme fırsatı verilmemeli.

Yoksa bir kuşağı daha kaybederiz.