Selimiye’de, mahkemeye çıkmayı bekleyenleri, bir de oradaki asker sorgulardı: “Kimsin, neden geldin, suçun ne?” Besbelli göz korkutmak, yıldırmak amaçlıydı… Birine sordu, masanın başında oturan: “Soygunla bu devletin yıkılmayacağını bilmiyor musunuz?” “Devletin banka soyarak yıkılmayacağını biliyoruz, ama biz devleti yıkmak için ihtiyaçlarımızı karşılamak amacıyla banka soyduk.” “Bak, banka soyduğunuz için idam edileceksiniz. Oysa çek senet sahtekarlığı yapsaydınız 3-5 yılla yırtardınız.” “Biz sahtekar değiliz, devrimciyiz.”
Benzer “kamulaştırma” eylemi yapanlar arasında en ünlüleri Kurtuluşçuydu. Hemen herkes onların bırakın yakalanmayı, kimsenin burnunu kanatmadan, kimseye zarar vermeden, kimseye sert davranmadan soyduklarını kulaktan kulağa yayıyordu. Onların içinden biri, “ne olacak bir soygun için asacaklar; on soygun için on kez asamazlar ya” diyerek açıklamaktan yanaydı, bana da, “Senin sinemacı olduğunu bilseydim, önceden bankaya sokar, filmimizi çekmeni sağlardım” demişti. (Yok, sıra benim anılarımı yazmaya gelmedi, ama okumamız gereken çok daha gerekli ve nitelikli, en az bir o kadar da yararlı anılar var…)
Duygudan çok cesaret belirleyici…
İhsan Zafer, “kamulaştırma” ekibinden biri, aradan geçen bunca yıl sonra, ortaklaşa yazılması amaçlanan anıları tek başına yazınca; eksiklikler, aksamalar ve tamamlanmamış, daha doğru deyişle tamamlanamamış ve niteliğini yitirmiş… Hepsi bir arada yazsa ne olurdu, daha nitelikli mi olurdu bilinmez ama biz okurlar (buna gelecek kuşakları da, araştırmacıları da, siyaset tarihçilerini de, filmini çekecek yönetmenleri de, resmini yapacak ressamları da katmak gerek) gerçekten bir şeyleri kavrardık. Ekip arkadaşları, “benim adımı geçirmene izin vermiyorum” deyince, bir şeyler yarım kalıyor ister istemez. İki kişilermiş gibi anlatılıyor, sonra diğer(ler)i cezaevinde ortaya çıkıyor, ama o(nlar) nasıl yakalandı, biri(leri) mi ihbar etti, kim(ler) buluşturdu onları gibi kasap çengeli örneği kocaman sorular sökün ediyor birbiri ardına. Bir incir çekirdeğini bile dolduramayacak mazeretlerle bölünen sol, zaman içerisinde aynı kökten gelmiyorlarmış gibi birbirlerine düşman(!) oluyorlardı ya, “kamulaştırma” ekibi de aynı yolu tutmuş besbelli.
İnegöl’den çıkan yolda…
İhsan Zafer, İnegöl’ün Arnavutlardan Boşnaklara, Çerkes, Gürcü, Kırcalı, Roman, Yörük, Manav gibi çok kültürlü bir kasaba olduğuyla başlıyor anılarına. Bu, kentin ne denli demokratik bir yaşamı olduğunun ilk göstergesi; tabii, devlet izin verirse. Bursa’ya çok yakın küçük bir yerleşim yeri ve herkes birbirini tanıyor şu ya da bu ölçüde. Buna da bağlı olarak hepsi birbirini etkiliyor. Hele de üniversitede okuyan büyükler (68 kuşağından gelenler) daha da etkili.
Satır aralarına sokuşturulmuş birkaç politik düşünce ve teorik saptamalar dışında, İhsan Zafer’in ve arkadaşlarının nasıl kamulaştırma ekibine katıldıklarını bilemiyoruz. Dolayısıyla, evet, gerçekten kolay okunur, akıcı bir dili olan anılar okuyoruz. İhsan Zafer’in içsel duygularını öğrenebilsek de arkadaşlarıyla yaptıkları “mavra”nın ötesine geçmiyor. Oysa biliyoruz ki, kamulaştırma ekibinde yer alanlar sadece mangal gibi yürek taşımaz, bir o kadar da teorik birikim sahibidir. En azından öyle olmalıdır, çünkü yürek de yetmez bazen, kararlılık gerekir, inanç gerekir, ne yaptığını bilmeyenler bu direnişi, inancı, kararlılığı gösteremeyebilir. Ta başından beri, devletin düşünceye karşı tavrı açık; döverek, söverek, işkenceyle sindirmek. Devrimciler kararlılıklarını gösterir işkence altında bile.
Darbe döneminden başlayarak günümüzdeki baskılara kadar (gözaltına almak, tutuklamak, düşünceye bile tahammül edememek, yıllar önceki olayları yeniden öne sürmek -bilirsiniz, müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış) her şeyin nedenini anlamak mümkün bu anlatılanlardan; ne hakikat var ne adalet ne demokrasi, hatta anayasa bile çiğneniyor egemen erk tarafından.
Rüşvetçi hâkimler…
Mustafa Kemal Kaçaroğlu, yazdığı önsözde, kamulaştırma ekibindeki arkadaşları(nı), “yaşamlarını adadıkları Kurtuluş’un politik, örgütsel hayatında söz sahibi olmamaları, bu yoldaşlarımıza yapılmış en büyük haksızlıktı” deyip özür diliyor, açık yüreklilikle.
Sadece Kurtuluş’un değil, hemen bütün sol siyasetlerin bu ve buna benzer hatası o kadar çok ki… Asıl önemlisi, hiçbiri, ağız kenarıyla bile bırakın özür dilemeyi, hatalarını kabul bile etmiyor. Bu açıdan da, bu kitap belli bir anlam taşıyor.
Çok önemli olmasına karşın, ne olduğu tam bilinmeyen bir rüşvet olayından söz ediyor İhsan Zafer, kendilerini idamdan kurtaran (sanki o adını bile anılmasını istemeyen arkadaşları ayrıntıların yazılmasını engellemiş). Hâkim, savcı ve diğerleri, cidden büyük, çok büyük rüşvet istiyor “kamulaştırma” ekibinden. Kitapta yer alsa da, üzerine gidilmeli ve bu konu devletin ne denli kendine yonttuğuna açıklık kazandırılmalı…
Bunun yanında, cezaevi subaylarından gardiyanlara kadar birçok görevlinin de ellerinden geldiğince koruyup kolladığını da okuyoruz. Bakar mısınız, aynı amaca hizmet eden, aynı işi yapan kişiler arasında ne büyük fark var… Bunun düşünülmesi bile başlı başına belirleyici.
Kapaktan başlayalım…
İhsan Zafer’in, dillere destan nazik tavırlı oluşunu, zarafetini hiç bozmadığını, asla ama asla küfretmediğini bilmeyenler okuyacaklar kuşkusuz. Anılarını elle yazdığını, birkaç arkadaşın bunları daktilo ettiğini (yaşlandım mı ne, daktilo mu kaldı, ‘bilgisayara geçirdiğini’ söylemeliyim) biliyorum. Dilinin akıcılığını yitirmemesi de belki bir kanıt olarak sunulabilir kendisinin yazdığına. Ancak kapakta, “Derleyen: Kadir Akın” yazılı olunca, daha bir dikkatli baktım. Aslında “Yayına Hazırlayan” ya da sadece hazırlayan denseydi Kadir Akın için hem gerçekçi hem de dürüst davranılmış olurdu. Yayınevinin itiraz etmemesini, Kadir Akın’ın, ününün de satışta yararlı olabileceğine yordum.
Sunuş yazısında Kadir Akın, daha ilk cümle, kitabın da ilk cümlesi… “1975-1980 yılları Türkiye’de iz bırakan bir toplumsal altüst oluşa sahne oldu.” Bir devrimcinin, bir sosyalistin yaklaşımına uymayan bu cümle ilgimi çekti: Biz, altüst oluş mu deriz? Devlet açısından -kamulaştırma anıları nedeniyle de- altüst oluş olarak görülebilir ama toplumsal muhalefetin yükselişi demek daha uygun sanki. Zaten, anıların arasında bu bakışın izlerini görüyoruz.
Yukarıdakilere bir katkıyı da kitabın kapağı yapıyor… Bir gazete kesiği, “beş genç idam edilecek ve işte gerekçe”, iddianame de yine kapakta, okuyabildiğimiz kadarıyla dört kişinin adı geçiyor. İddianamede adı geçenler kitapta birden buharlaşınca, eksiklikler büyüyor doğal olarak. Kim bilir, kod adlarıyla ya da mahlasla mı anlatsaydı… Yaşadıkları çok macera(!) vardır muhakkak…
Bir küçük hata: İhsan Zafer, sendika hakkı olmayan memurların kurdukları (özellikle TÖB-Der üzerinden anlatıyor) derneklerde yönetimi almak için “siyasal birliktelikler” içerisinde olduklarını, kendilerinin de (Kurtuluşçuların) “Demokratik Birlik” adını taşıdıklarını yazmış. Haklıdır, aradan geçen bunca yılda, onca işkence ve hapislik sonrası bazı detaylar unutulabilir. Ancak gerek yayınevi editör(ler)inin gerekse Kadir Akın’ın grubun adının “Devrimci Demokratik Birlik” olduğunu bilmesi ve tabii ki atlamaması gerekir(di).
Lütfen Ellerinizi Kaldırır mısınız? Bir Devrimcinin “Kamulaştırma” Anıları
İhsan Zafer
Sol Bellek, Anı
İletişim Yayınları, 2025, 300 s.