Bir cinayetin yalnızca bir suç olarak görülüp hafifletilebileceği bir toplumda, bu “canavarca his” hepimizin içindedir.

Pınar Gültekin’in hunharca katledilişinin üzerinden yıllar geçti, ancak onun acı dolu hikâyesi ve sistemin bu cinayet karşısındaki tutumu hâlâ taze bir yara gibi duruyor. Cemal Metin Avcı, Pınar’ı canlı canlı yakarak öldürdü. Ve Yargıtay, tam da bu vahşetin ardından, “canavarca hisle işlenmiş bir suç” olmadığını belirterek, cezanın hafifletilmesine zemin hazırlamak için çabalarını sürdürdü. Haksız tahrik indirimi gündeme geldiğinde ise cinayet, neredeyse anlaşılabilir bir durum haline getirilmeye çalışıldı. Hukuk, suçu cezalandırmak yerine onu aklamanın yollarını mı arıyor?

Vicdanlı bir kaç hukukçunun, bu kararın haksız olduğunu ve Pınar’ın katilinin “canavarca hisle” suç işlediğini savunması, toplumun adalet duygusunun yerinde durduğunun bir göstergesi. Ancak bu vicdanlı sesler, ne yazık ki azınlıkta kalıyor. Çoğunluk, bir kadının diri diri yakılmasının dahi “ağır” bir suç sayılabileceği ve cezanın hafifletilebileceği bir noktada, vicdanımızın nasıl yok sayıldığını gözler önüne seriyor. Bu noktada sormamız gereken soru şu: Hukuk, toplum vicdanının aynası mıdır yoksa bu aynada gördüğümüz, suçluları aklayan bir düzenin yansıması mıdır?

Kadın Cinayetlerinin Çoğul Gerçekliği: Bireysel Suçlardan Daha Fazlası

Kadın cinayetlerinin bu kadar yaygın olmasının en büyük sebeplerinden biri, yargıdaki erkek egemen anlayış ve kapitalist düzenin iç içe geçmiş yapısıdır. Pınar Gültekin’in katili, suçu işlediğini kabul etmesine rağmen, “haksız tahrik” bahanesinin ardına sığınarak, cezasını hafifletmeye çalıştı. Avukatlar, cinayeti meşrulaştıracak her türlü argümanı kullandı, katilin ailesi ise delil karartma sürecine dâhil oldu. Yargı, bu vahşi cinayete karşı daha hafif bir yaklaşım sergileyerek, katilin suçunu bir şekilde “anlaşılır” hale getirdi. Bu, sadece Pınar’ın katilinin değil, onu koruyan sistemin de suçudur.

Feminist sosyalist bir bakış açısıyla, kadın cinayetlerinin yalnızca bireysel suçlardan ibaret olmadığını görüyoruz. Kadınların öldürülmesi, toplumun derinliklerinde kök salmış bir patriyarkanın ve kapitalist sistemin kadına bakışının sonucudur. Sistem, kadınların emeğini sömürürken, erkekleri ise onların şiddetini meşrulaştıran araçlar olarak kullanmaktadır. Yargının erkekleri aklama pratiği, bu yapının bir parçasıdır. Yargının, katilleri aklayarak ceza indirimi vermesi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ve kadınların haklarını yok sayan bir politika benimsenmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesine ve kadınların öldürülmesine sessizce onay verilmesine neden olmaktadır.

Hukukta Gizlenen Canavar: Şiddetin Normalleşmesi

Pınar Gültekin’in katili, adaletin önünde hesap vermek bir yana, çeşitli yasal oyunlarla cezadan kurtulmaya çalışırken, hukuk metinlerinde gizlenen bir canavarı daha görüyoruz. Bu canavar, eskiden karanlık köşelerde sessizce beklerken, şimdi yasal yorumlar ve metinler içinde kendine bir alan bulmuş durumda. Bir cinayetin şiddeti, artık sadece suç olarak değerlendirilmiyor, aynı zamanda bazı hukukçuların yorumlarıyla “hafifletilebilir” bir suç haline gelebiliyor. Şiddet, dil ve yorumlarla şekillendirilen bir norm haline gelmişken, suç ve ceza arasındaki çizgi de bulanıklaşıyor. İşte bu, bir toplumun vicdanını çürütmeye başlayan, derin bir adalet krizidir.

Toplum vicdanı ne zaman zedelenir?

Ne zaman ki bir cinayet bu kadar vahşi bir şekilde işlenir, bir kadın, benzin dökülüp yakılarak öldürülür ve biz buna “ölçüsüz” diyerek tartışmaya açılırız, işte o zaman vicdanımızın derinliklerine bakmamız gerekir. İçimizdeki canavarı fark etmeye başladığımız an, bu yalnızca suçu işleyen katillerle değil, bu düzeni susturan, şiddeti meşrulaştıran ve cezalardan kaçış yolları açan hukuk sisteminin ta kendisiyle de yüzleşmemiz gerektiğidir.

Toplumun Suçu: İçimizde Büyüyen Canavar

Vicdanlı bir hukukçunun, bir insanın diri diri yakılmasını “canavarca hisle işlenmiş bir suç” olarak tanımlaması gerekirken, çoğunluğun bunu “ağır” diye tartışması, ne yazık ki bu toplumun içindeki canavarı gözler önüne seriyor. Bu, yalnızca bir cinayet vakası değildir; bu, toplum olarak bizlerin nasıl bir yargı sistemine ve adalet anlayışına sahip olduğumuzun bir yansımasıdır. Bir kadının öldürülmesi, bir insanın bedeni üzerinde şiddet uygulayanların suçunu hafifletecek yollar yaratıldığında, bu, sadece katilleri değil, onları koruyan düzeni de sorumlu kılar.

Sonuç olarak, hukuk metinlerinde geçen “canavarca hisle” kavramı, yalnızca bir suçun vahşetini tanımlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumun derinliklerinde kök salmış olan şiddet anlayışını da gözler önüne serer. Bu “canavarca his,” artık dışarıda değil, içimizde büyümekte ve şiddeti meşrulaştıran her adımda daha da güçlenmektedir. Bir cinayetin yalnızca bir suç olarak görülüp hafifletilebileceği bir toplumda, bu “canavarca his” hepimizin içindedir. Hukukun vicdanı, toplumun vicdanıyla birleşmediği sürece, bu canavarın daha da büyümesine asla engel olamayız.