Genç bir kadının kayboluşuyla başlayan hikâye, modern iş dünyasının karanlık bir aynası gibi yansıyor. İlk bakışta ormanda mistik bir ritüel, doğaüstü güçler veya ezoterik açıklamalar gündeme gelirken, asıl perde arkasında dönen sistematik baskı ve insanın ruhunun çöküşü göz ardı ediliyor. Bu olay, sadece bireysel trajedinin ötesinde, neoliberal düzenin yarattığı görünmez şiddetin, mobbingin ve psikolojik sindirmenin bir sembolü haline geliyor.

Bir insanın kaybolması, kaybolduğunu hissetmesi aslında sistemin acımasız oyununun bir parçasıdır. Bizi vahşi ormana bırakan neoliberal düzen, sadece fiziksel bir kayboluş yaratmakla kalmaz; aynı zamanda akıl, ruh ve anlam dünyamızı da yavaşça tüketir. Uluslararası araştırmalar, iş yerinde maruz kalınan mobbing ve psikolojik baskının çalışanların %20 ila %40’ına kadar ulaştığını ortaya koyarken, bu durum yalnızca yerel bir sorun değil, küresel bir pandemi boyutuna ulaşmıştır. Neoliberal ideoloji, bireyleri rekabetin kurbanı haline getirirken, toplumsal dayanışmayı yok edip, yalnızlığı ve izolasyonu teşvik eder.

Modern iş dünyasının ofis koridorları, adeta sessiz infaz sahneleri gibidir. Her masa, her köşe, çalışanların umutlarını yavaşça tüketen, psikolojik şiddetin ustaca yerleştirilmiş tuzakları haline gelmiştir. Bir çalışan, en kırılgan anlarında, ailesinin yanında olması gereken zamanlarda, ani ve acımasız bir şekilde hedef haline getirilir. Telefonla oynadığı, işini aksattığı, ufak bir hatasının üzerinden büyük yıkımlar kurulur. Müdürler, gizli mesajlarla birbirine seslenirken; “Fark ettirmeden videosunu çek” gibi direktifler, adeta geleceğe dair karanlık bir mürekkep damlası gibi işler.

O koltuklara sıkı sıkı bağlanıp, bir üst makama erişebilmek için sistemin kölesi olup; günah çıkarmak için ümreye giden yöneticiler tanıyorum. Yapmayın. Bu mesele öbür dünyayı bağlamıyor. Tam da bu neoliberal düzenin ilgi alanı… Yöneticiler, kendi yükselişleri için çalışanların acılarını, sevdiklerinin gözyaşlarını, hatta ölüm döşeğinde olan bir aile üyesinin yanında geçirilen acı dolu günleri hiçe sayıyor. Tüm bu maneviyat söylemleri, sistemin içindeki gerçek adaletsizliği saklamak için kullanılan bir maskedir.

Böyle bir baskı sadece yerel bir dram değil. Japonya’da “karoshi” (aşırı çalışmadan ölme) olgusu, çalışanların sınırlarının nasıl zorlandığını gösteriyor. Fransa’da bir telekomünikasyon şirketinde, sistematik mobbing sonucu birçok çalışanın intihara sürüklendiğine dair haberler yankılanıyor. İsveç’te ise, mobbing yüzünden psikolojik çöküş yaşayan bir çalışanın açtığı dava, iş yerindeki psikolojik baskının artık fiziksel şiddetle eşdeğer görülmeye başlandığının en acı örneği olarak tarihe geçmiştir.

Sistem, çalışanlarını yalnızlaştırır; onları kimliksizleştirir, güçsüzleştirir. Birçok çalışan, “ofiste adeta psikolojik bombardıman altındayım” derken, bu görünmez şiddetin altında yatan gerçek güç sorgulanmak zorunda kalıyor. Acaba, bu görünmez çetinliğin asıl mimarı kimdir? Patronlar mı, yöneticiler mi, yoksa bizi sürekli yalnızlığa ve çaresizliğe iten bu acımasız sistem mi?

Akıllı insanın akıllı davranış bağını koparan bu düzenin içinde, kaybolmuş hissetmemizin tek nedeni de budur. Neoliberal düzen, bizi sürekli rekabetin ve yalnızlaşmanın girdabına çekiyor. Her bir çalışan, sistemin zayıf halkası haline gelirken, adeta ruhunun çöküşüne tanık oluyoruz. Bu yıkımın üzerine inşa edilen yönetim kademeleri, yükselme hırsıyla birbirine sarılıyor; kimi zaman da günah çıkarmak için uzak diyarların mistik ritüellerine sığınıyor.

Sizce, bu modern infaz odasında asıl suçlu kim? Bizi sistematik olarak yok sayan, kimliğimizi yıkan, yalnızlaştıran bu düzen mi, yoksa kendi çıkarları uğruna diğerinin acılarını hiçe sayan patron ve yöneticiler mi? Bu sorular, artık düşünmeden geçilemeyecek kadar acı ve gerçek.

Neoliberal ideolojinin getirdiği bu acımasız rekabet ortamı, bireylerin ruhunu, bedenini ve hatta varlık hissini silip süpürüyor. Toplum olarak, bu görünmez şiddeti, bu sistematik mobbingi ve adaletsizliği görmezden gelmek artık mümkün değil. Çünkü her atılan her adım, kaybolmuş bir kimliğin, kırılmış bir ruhun ve sömürülen bir hayatın adıdır.