Hapishanelere, bizim kuşağımız “devrim üniversitesi” derdi, halkımızın “hayat üniversitesi” deyişinin yanı sıra. İki temel nedeni var bunun… Haksız yere düşmüşsünüzdür bu dört duvar arasına, doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz… bir şeyler yapmalısınızdır. En kolayı ve gerekli olanı da okumaktır, zaten onun için üniversitedir. Yaşamın koşuşturması içerisinde bir türlü okuyamadığınız kitap, dergi, gazeteyi satır satır, içinize sindirerek okursunuz. Sonra dolar içinizdeki depo(!), taşmaya başlar… Estet bir kurguyla kitaplaştırır, sizin gibi düş ve düşünce uğruna çabalayanlara ulaştırırsınız. Kimi zaman bilimsel bir kitap olur bu, kimi zaman edebi bir kitap… şiir olur, roman olur, hatta resim bile. İşlendikçe anlam kazanır, kazandıkça güçlenir, büyür… hayatı sarıp sarmalar.
Aşkla iç içe…
Çıplak gerçeklik, çoğunlukla göz ardı edilir… Birileri, bir şekilde ve kuşkusuz kendi çıkarları doğrultusunda gerçeklikleri göz ardı ettirmek için birçok aracı da kullanarak elinden geleni yapar. Böyle olunca da çıplak gerçeklik dediğimiz yaşamın tam da kendisi tartışılmaz bile.
Peki, nedir bu çıplak gerçeklik? Arkadaşlıktır, aşktır, işini iyi öğrenmektir ve tabii ki kimseyi onların yaşamını engellemeyecek şekilde yaşamaktır. Buna her şey dâhil.
Yaşam çizgisi…
İdris Baluken, “Üç Kırık Dal” romanında, toplumun belirleyicisi konumundaki örf adet ve gelenekleri de atlamadan, onlara da hak ettiği değeri vererek bir dayanışma, buna da bağlı olarak mücadele azmi sergiliyor. Üç arkadaşın arasında gelişen dostluk, dışarıdan gelen tepkiler, toplumun belirlediği yaşam çizgisi, yeni arkadaşlıklar, yeni ilişkiler…
Baluken, küçük bir çerçevede sınırlı tuttuğu romanında, okurun kendi geçmişinin üzerine düşünmesini sağlıyor. Taşları doğru yerlerine, doğru şekilde yerleştirdiği “Üç Kırık Dal”da, sadece o küçük çerçevede kalamıyor okur, neyin ne olduğunu sorguluyor, roman kahramanlarından azade. Kendince yorumluyor ve karara varıyor.
Sorgulama ve karar…
Arkadaşlıklar küçük adımlarla başlar, büyür ve dostluğa dönüşür. Fırtınalarla sınandıkça da hayatı kapsar. Üç arkadaşın yaşamından küçük (kısa) bir kesit, ama Türkiye’nin gündemindeki o büyük yara, anlatılan, bizim hikayemiz yani… Deniz, Cengiz, Alican, Gülçiçek, Erdoğan… hatta Devrim, Ertuğrul… daha da önemlisi Keje Ana hepimiziz aslında. Onlar da bizim gibi yaşamı sorguluyor, araştırıyor, kararlar alıyor, kendileri dışında gelişen olaylarla açığa çıkıyor, çözümsüz kalıyor, hatta ölüyor. Ama her biri; tıpkı bizler, sokakta, evde, işte, okuldaki insanlar gibi. Aynı sorunlarla iç içe, aynı çözümsüzlükle yüz yüze, aynı kararlılıkta ve duruş sergilemedikten sonra başaramayacaklarının bilincinde.
Romanın bir yerinde, Yaşar Kemal’in 1977’de bir halk öyküsünden yola çıkarak yeniden oluşturduğu “Filler Sultanı ile Kırmızı Topal Karınca” örneğini veriyor Baluken’in kahramanlarından biri… Çok önemli, çok etkileyici bir örnek… Hemen bir daha okudum, Usta’nın o masalını. Bize gerekli olan oymuş meğer.
Taşın sudaki dalgalanması…
Suya attığınız taş, küçük bile olsa giderek yayılan, yayıldıkça büyüyen dalgalar yaratıyor. Yeter ki doğru yerde doğru zamanda doğru ortamı sağlayın. Bunu ancak duygu ile başlatabilirsiniz… Deniz’in elini tutan Gülçiçek’in aklından geçen de bundan başka bir şey değildi romanda, yaşamı da, yaşam savaşını da duygu üzerinden değerlendiriyordu (sanki senin, benim, onun düşlediği gibi). “Savaşı, savaşın yıkıcı korkusunu, barışa dair taşıdığımız umutlarla geride bırakmak” mümkündür ancak. Bununla birlikte, “ne kadar bilirsen o kadar acı çekersin” deseler de, bilmek güzelleştirir yaşamı, onun için mücadele ile birlikte.
Üç Kırık Dal, İdris Baluken, roman, Dipnot Yayınları, 2018, 291 s.