Polis, sorgu yapan savcı, basın, hâkim, tanıklar ve sanıklar bir arada… tam da bugünlerde birbiri ardına seçim vaatleri sıralayan siyasileri hatırlatıyor. Polis, ilk önüne çıkan delille yetiniyor, savcı karşısına çıkarılan kişinin katil olduğunu kabulleniyor, hâkim zaten işi başından aşkın bir an önce bitsin de kurtulsun havasında dinlemiyor bile, jüri ise (bizde olmadığı için karşılığı da yok) erkek egemen ve hayata o açıdan bakıyor… Basın ise hepsinden önde. Hâkim, hatta polis bile olanları gazetelerden öğreniyor. 1930’lu yıllarda Paris’te geçtiğini bilmesek günümüz Türkiye’sinden bir panorama diyebiliriz.
François Ozon’un uyarladığı filmde, beş parasız iki genç arkadaşı izliyoruz: Madeleine (Nadia Tereszkiewicz) ile Pauline (Rebecca Marder). Tutunamayan bir oyuncu olan Madeleine, kendisine cinsel tacizde bulunmaya çalışan yapımcıyı öldürmekle suçlanırken ev arkadaşı avukat Pauline mahkemede onu savunur. Bu açıdan bakınca bir mahkeme filmi olduğunu düşünebiliriz. Ancak o kadar dar kapsamlı değil. Pauline, arkadaşının bu suçu nefsi müdafaa amaçlı işlediği üzerine kurar savunmasını. İki arkadaş başarıyla sıyrılırlar mahkeme sürecinden. Tabii, iki güzel kızın tümüyle erkeklerden oluşan jüriyi biraz da kadın olmalarıyla etkilemesini de göz ardı etmemeli…
Ozon, gerçekten iyi oyuncuları toplamış, filmi de iyi kotarmış. Hem komedi hem dram hem de sorgulama bir arada. Unutulmaması gereken bir konu da, 1930’lu yıllarda kadınların ne jüri olabilme olanakları var ne de seçme hakları… Filmin bir özelliği de, günümüzdeki #metoo, yani cinsel taciz ve saldırganlıklarla mücadeleye olan katkısı.
Tüm bu açılardan bakınca komik anları da içerse insanın içinde bir hüzün bulutu dolaşıyor. Tamam, belki kadınların seçme seçilme hakkını ilk veren ülkelerden biriyiz, ama seçimdeki kadın adaylar yarı bile değil. Adını İstanbul’dan alan, gerçekten de Türkiye’nin öncülüğünde gerçekleştirilen “İstanbul Sözleşmesi” iki dudağın arasında lağvedildi. Geri getirilmesini isteyenler ise gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Film boyunca bir 1930’lı yıllar Paris’ine, neredeyse bir yüzyıl sonrası günümüz İstanbul’una gidip geliyorsunuz…
(5 Mayıs’tan başlayarak gösterimde…)