12 Eylül’ün hâlâ aydınlanamamış günlerinde, gündemi sanat-edebiyat dergileri aracılığıyla takip etmeye çalıştığımız dönemde, Memet Fuat’ın adıyla tanınan de yayınevinde tanıştık Enver Ercan’la, o şiir ve edebiyat yolunu tutturmuştu devam etti, bense sinema ağır bastığı için işin görsel yanını tercih ettim.
Yaşıttık, okumaya açtık, okuyup öğrenmek, tartışıp gelişmek isteyen gençlerdik. Vaktimiz de boldu, gücümüz de yerindeydi ve bir an önce aradaki farkı kapatıp her şeye yetişme derdindeydik.
İşte, en tam da o yetişme hevesidir Enver Ercan’ı bu söyleşilere çağıran ya da bu söyleşileri yaptıran. Sunumunda, “Kitapta yer alan konuşmalar, bir şiirseverin, Çağdaş Türk Şiiri’nin toprağında farklı ve kalıcı izler bırakan şairlerin serüvenlerine sızma çabası olarak değerlendirilebilir. Şiirimizin tarihini doğru kavrayabilmek için, önce coğrafyasını tanımak çıkış noktam oldu” diyor. ardından da konuşma bağlamı gerektirmedikçe, daha önce sorulmuş (ya da yanıtlanmış) soruları sormamaya gayret ettiğini belirtiyor.
İstenenle ortaya çıkan…
Birkaç dizeyle bir dünyaya ışık tutmak, bir dünyayı aydınlatmak gerçekten zor bir uğraş. Dile kolay geliyordur da yapmaya/yazmaya kalkıştığınızda ne denli büyük güçlük çekildiğini fark edersiniz. Doğrudur, büyük bir keyifle okuyoruz şiirleri, ama altında nice emek yattığını görmeye göz yumuyoruz. Duymuşsunuzdur ya da okumuşsunuzdur muhakkak… Bir düşünün, bir dize için aylarca yıllarca didinen şairlerin yaşadıklarını. Eksikliğinin farkındadırlar ve tamamlamak için beyinlerinin kıvrımlarında taşırlar, doluya koyarlar almaz, boşa koyarlar dolmaz; çevirip dururlar sözcükleri, imgeleri, anlamları…
Bize, evet, en çok da bize, yani şiir okuyan, şiirin anlam dünyasına girmek isteyenler için hazırlamış bu söyleşileri Enver Ercan. Hangi şairin düş/ünce dünyasında nelerin yaşadığını, nelerle tartıştığını, neleri kovaladığını anlattırmış. Kitabı yayına hazırlayan Atilla Birkiye, daha önce iki kitap halinde yayımlanan “Şair Çünkü Onlar” ile “Şiir Uçar Söz Olur” adlı söyleşileri -Semih Poroy’un çizgileri eşliğinde- bir araya getirdiklerini belirtiyor.
Çok değerli söyleşiler
Enver Ercan, hem öğrenmek amaçlı hem de -biz okurlara ufuk açmak için- ince sorular soruyor, bir anlamda deşiyor şairleri… Örneğin, soruyor: “Neden yazılarınızdaki insanı neredeyse hemen çarpan ironi ve humor şiirlerinizde yok?” Hilmi Yavuz, olduğunu, ama kör, kör parmağım gözüme sokulmamıştır diye yanıtlıyor, tipik olduğu için Cemal Süreya’yı işaret ederek, “Cemal Süreya’da şiir, ironidir. Cemal’in şiirinde bütün düzeyler ve katmanlar, ironinin içinden verilirler” diyor. Sonraki soru ise daha da ilginç: “Şiirlerinizde aşklar var da niye erotizm yok?” Yaşadığımız süreci “hüzün çağı” olarak niteleyen Yavuz’un yanıtını kitaptan okuyun, katılacak mısınız, bilemem.
Hulki Aktunç, çalakalem yazdığı söylentilerini, “istesem de çalakalem yazamam” sözleriyle yanıtlıyor. Bir birikimin, demlenmiş bir deneyimin, günü geldiğinde ortaya çıktığını, öyle birkaç günde oluşmadığını üstüne basa basa söylüyor.
Kemal Özer, şiirinin bir duyumla başladığını anlatıyor. Belki de şiirin tanımı o “duyum”, çünkü tek sözcükle tanımlanamıyor hâlâ şiir. Hem sahi, “kim bizi nasıl bilirse, onun için öyleyiz”, değil mi!
Dört yıl boyunca İsa Çelik fotoğraflarına bakarak şiir düşlediğini anlatıyor Özer. Yaptığı her işte, yazdığı her sözcükte, yediği her yemekte, gittiği her yerde, uyuduğunda bile o etki altında ve yıllar boyunca… O zaman şiir gerçekten şiir oluyor işte. Bakmayın benim iki şairden örnek verdiğimiz; 28 şairle, kimiyle iki kez (aradan geçen yıllarda dünyanın değişmesi gibi şairler de şiirler de poetikalar da değişiyor) konuşmuş. Yine aykırı(!) sorular sormuş, yine biz okurların şiiri daha iyi anlaması, şiir yazanların da neyi niye ve ne kadar düşünmesi gerektiğini sorgulamasını gözetmiş.
Toplumcu sanatçılar…
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ercan’ın sorusunu, eleştirilerde toplumcu şiirin yadsındığını, bu davranışı da yurt körlüğü, gerçek körlüğü, şiir körlüğüyle niteleyerek yanıtlıyor: “Bir ozan yaşamasına yansımış bütün duyarlıkların, bütün imgelerin çocuğudur, istese de aralarında bir seçme yapamaz.” Bir ozanın (şair sözcüğünü kullanmıyor Dağlarca, aradan geçen 30 yılda nasıl da değişiyor sözcükler ve taşıdığı anlamlar) taşıdığı duyarlık, düşünce, imgelem dolayısıyla daha büyük bir yüreği olduğunu açıklıyor. Kemal Özer’in yıllara varan çabası da kanıtı bence.
Can Yücel, devletin, bırakın insanları şairlerin düşlerini bile ne denli denetim almak istediğini, bunun da birçok soruna yol açtığını anlatıyor, şiiri üzerinden. Haksız da değil, bugün, seçim öncesi, yaşananları görünce…
İlhami Bekir Tez, özellikle toplumcu sanatçıların takip edildiğini, “değil, yazdıklarım en ufak hareketlerim de izleniyordu” diyor ve buna bağlı olarak da en yakınlarından bile birçok şeyi gizlediklerini anlatıyor. Sahi, belki de imge (metafor da diyebilirsiniz) poetikaya böyle girdi belki de…
Şair Çünkü Onlar, Şiir Uçar Söz Olur
Enver Ercan
Şiir üzerine söyleşi
Literatür Yayınları, Kasım 2022, 399 s.