Hrant Dink’in katledilmesinin ardından yüzbinlerce insanın katıldığı cenaze töreninde ve Şişli’den Yenikapı’ya süren yürüyüşte, eşi Rakel Dink’in saptaması unutulmaz: “Bir bebekten katil yaratan karanlık.” Özcan Alper’in ödüllü “Karanlık Gece” filmi, işte o karanlığı aydınlatmaya çalışıyor.
“Sineklerin Tanrısı” romanını ve filmini okumuş/izlemişsinizdir (en azından duymuşsunuzdur) muhakkak. Aynı okulun gençleri bir kaza sonucu düştükleri adada bir süre sonra birbirlerine düşman olur; iktidar olmak için. Kimin gücü kime yeterse. Öykünün ana fikri “insanın kötü” olduğudur. Her olayda “Sineklerin Tanrısı”na atıfta bulunur ve insanın kötü olduğu iddia edilir. Oysa kanıtlanmıştır ki, insan iyidir. Bir kurgu olan “Sineklerin Tanrısı”nın mesajı genel değildir; çoğu insan iyidir (Yeni Bir İnsanlık Tarihi, Rutger Bregman, Mundi Kitap). İnsanın iyiliğini, çevrenin, toplumun, eğitimin, gücü elinde tutan en çok da siyasilerin etkisiyle kötülük yaşamın vazgeçilmezi olmuş.
Tam da burada, insan soruyor ister istemez… Kötülüğü yenmek için ne yapmak gerekir? Daha da önemlisi, belki de genlerimize değin işlemiş bu kötülükten nasıl sıyrılırız? Kişisel değil, toplumsal olarak kurtulabileceğimiz gerçeğini göz ardı etmeden, sadece kendi çevremize değil, dünyanın o geniş yaşamına bakmayı öğrenmeliyiz.
Nasılsınız? İçiniz nasıl, içiniz?
Bir kış gecesi, arkadaşlarıyla kartopu oynadığı için katledilen gazeteci arkadaşımız Nuh Köklü’ye adanan Karanlık Gece, bir anlamda hepimize soruyor bu ara başlıktaki soruyu. Çünkü Nuh Köklü, kimsenin aklına gelmeyecek bir nedenle, hiç yere öldürüldü. Özcan Alper, bu anlamda ahde vefasını gösteriyor, teşekkür ediyoruz. Yönetmen, ilk filmi “Sonbahar”da olduğu gibi insanın iç huzuruna ya da huzursuzluğuna, kendisiyle hesaplaşmasına odaklanıyor. Yaşanmışlık içerisinde gizlenen o vicdan muhasebesini gün yüzüne çıkarıyor. Filmi izlerken daha içinizle konuşmaya, yaşadıklarınızı hatırlayıp nasıl rahatlarız diye düşünmeye başlıyorsunuz.
Bir orman köyünde, kapalı bir yaşam süren gençlerin arasına genç bir ormancı katılır. Kuralları uygulamak, yasaklara uyulmasını sağlamak ve daha da önemlisi nesli tükenmiş denilen bir hayvanı (vaşak) aramaktadır. Kendi halindedir, ama gözler üzerindedir ve bir kulp bulunur muhakkak. Toplumun genel havası gençleri de etkilemekte, onlar da sorgulamak yerine aynı yolu sürdürmektedir. O genç orman memurunun cezasını kendileri verecektir. Aradan yıllar geçer, o gün köyden kaçan İshak, geri döndüğünde, hâlâ etkisinden kurtulamadığı o gecenin peşine düşer. Doğal olarak herkes karşı çıkar. Kimin başaracağı kasap çengeli örneği kocaman bir soru işaretidir.
Film, o gerilimi çok iyi veriyor. Alper, bu anlamda ışığı da iyi kullanarak (hep karanlık, hep karanlık) o duyguyu canlı tutuyor. Oyuncuların da filmin içeriğini iyi kavramış olmasıyla rollerine daha bir sarılmaları da filmin başarısına katkı sunuyor.
Afiş ve imaj…
Soy adaş iki yönetmenin filmiyle gündeme gelen afiş sorununa da değinmeden geçmek olmaz. Emin Alper’in “Kurak Günler”i ile Özcan Alper’in “Karanlık Gece” filmleri için yurtiçi için ayrı, yurtdışı için ayrı afiş tasarlanması tartışıldı. Bizde neden “kafa”lardan oluşan afiş kullanıldığı soruldu.
Birincisi, afiş bir duyuru aracıdır. Muhakkak ki estetik olmalıdır ama en önemlisi amaca (burada, filmi izlettirmeye) hizmet etmelidir. Çok iyi afiş tasarımcılarımız var, dünyadan ödüller toplayan… Toplumun yapısı burada da filmde vurgulandığı gibi, bir kez daha önem kazanıyor Karanlık Gece, bu anlamda da belirleyici. İzleyicinin gerek kültürel gerekse bilinç düzeyi yükselmedikçe duyuruların “kafa”lardan oluşmasının önüne geçmek mümkün değil. Biz, gördüğümüze inanırız, gördüklerimizi severiz. Sevdiklerimizi görmezsek filmi de izlemekten kaçınmamız doğaldır.
İki ilginç öykü var, anımsadığım… Biri roman kapağı (konumuz dışı olduğu için uzatmayacağım, ama Kemal Tahir, kapakta yer alan görüntüyü romana eklemiş… mecburen), diğeri film afişi. Erdoğan Kar’ın ilk filmi “Su” (Osman Şahin’in Sarı Yatak öyküsünden) filminin afişini Reha Yalnızcık, gerçekten öykünün içeriğini de barındıran bir tasarımla hazırlamıştı. Yaklaşık 40 yıl öncesinde de benzer bir kaygı varmış demek ki, Kar, kafalardan oluşan bir afiş yaptırdı (tasarlattı diyemiyorum, çünkü kafalardan oluşan bir afişin tasarlanması değil yerleştirilmesi mümkündür ancak). Şimdi internette yer alan afiş (tabii ki, yine kafalardan oluşuyor) ise filmin gösteriminde kullanılan değil, yenisi hazırlanmış besbelli. Bu da gösteriyor ki, kafalardan oluşan afiş hem kalıcı olmuyor hem de filmi taşımıyor.
28 Nisan’dan başlayarak gösterimde…