Yaşam kendi bildiğince yürüyüşünü bir şekilde değiştirmek için çaba harcayanlar, bir yandan bir araya gelememenin bir yandan da geldiğimizde de birbirimizi yermekten vazgeçemeyişimiz nedeniyle sıyrılıp çıkamıyoruz bu karmaşadan.
Bir tıp fakültesi öğrencisi intihar etti; acısını yaşamaktansa kendisini acılara boğanları savunmaya soyunan babanın dedikleri herkesi (en azından beni çokça) kahretti. Arkasından; yıllar önce çıkmış, insanların keyifle dinleyip de kendince mutlu olduğu bir şarkıda geçen sözü dillerine pelesenk edenler tehdide varan itirazlarını dile getirdiler. Şarkıyı ya da şarkıcıyı korumakla yükümlü olanlar da katıldı bu haksız ve hadsiz koroya. Tam, bitti, bundan öte ne olabilir ki, diye rahatlayacaktık, ne mümkün! Bu kez bir atasözünü yineleyen bir gazeteci tutuklandı, yetmedi konuştuğu programa da ceza yağdı. Bir şarkı sözü üzerinden fırtınalar koparıldı. En sonunda da savaş patladı. Buna da bağlı olarak ekonomi tepetaklak.
Ne(ler) oluyor?
Sosyopolitik, sosyoekonomik, sosyokültürel, pandemik, sağlıkla ilgili onca sorunun arasından bu incir çekirdeğini bile doldurmayacak, yarın “vay canına!” bunlar gerçekten yaşanmış mı diye insanları hayrete düşürecek şeylerle uğraşıyoruz. Bize de, size de yazık; olan hepimize oluyor.
Meliha Ünver’in, Ağustos 2020’de çıkmış “Kapısız Kilitler” öykülerini okuyorum. Nasıl da etkili, nasıl da düşündüren, sarıp sarmalarken bir yandan bir yandan da kasap çengeli misali soru işaretleri arasından sıyrılmamızı isteyen öyküler. Bir kere müthiş betimlemeler var öykülerinde; hemen ilk sayfadan aldığım örneğe bakalım: “Rahminden doğduğum, havasından emdiğim toprağımın nemli çayırı…” “Çiy tanelerinin ayaklarına yüz sürmesi”ne ne demeli! (s. 11) Köyün bakkalının tasvirine kulak kesilin: “Kasılmış titrek elleri gevşer, gözlerinde dörtnala koşup diyar diyar gezen, ehlileştirilmemiş vahşi bir at…” Doluya koyduğunuzda aldıramadığınızı, boşa koyduğunuzda dolduramadığınızı, verdiği “bir parmak lokum tozu”nun çiçekler açtırdığını hissedeceksiniz. Kim bilir, ne güzeldir o lokum tozu, hatta eminim lokumun kendisinden bile…
Adı bile heyecanlandıran, merak ettiren, heyecanlandıran “Kapısız Kilitler”de 15 öykü yer alıyor. İster istemez kendi geçmişinizle, kendi yaşamınızla, kentiniz ve/veya köyünüzle karşılaştırıyorsunuz ve yine ister istemez kendi yolculuğunuza çıkarıyor sözcükler sizi. Bir yandan okuduğunuz öykünün tadını çıkarırken bir yandan da kendi öykünüzü yazıyorsunuz. Acaba hangisi daha … Evet, hangisi daha mı güzel, daha mı acı, daha mı hüzün yüklü, daha mı sevinçli… Hangisi sizin gerçek öykünüz?
Meliha Ünver, “hep 20’sinde kalan ağabeyi ve kızları”na adamış kitabı. Ağabey hep 20’sinde, kızlar ise ağabeyin yaşını geçecekler, onun düşler(in)de yaşaması istenenleri hayata geçirecekler. Geçmişten geleceğe bir yaşam serüveni var öykülerde ve size açılan pencereden içeriye girip katılıyorsunuz o yaşama. Bir çocuğun gözlerinden anlatılan ve aslında gelgitler arasında çocukça kıskançlıklardan sevinmelere, birbirini kayırmalardan güvene geniş bir yelpazede “hayat dediğin neydi; sonsuza kadar birlikte, sonsuza kadar oyun”ken annenin de çığlığını içinizde hissettiren “Misket”; Sur’da, Cizre’de Taybet Ana’nın, Büyükarmutlu’da Dilek Doğan’ın hatta tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın yaşadığı değil mi? İllâ zaman ve zemin belirgin mi olmalı? Sanatın bir önemli özelliği de hissettirmek değil mi?
“Düşün(üz)deki dereden yeni çıkmış gibi” diyor Ünver bir öyküsünde… Sahi sizin düşünüzdeki dere berrak mı, bulanık mı? Hava güneşli mi yağmur mu yağacak? “İçiniz nasıl, içinizle barışık mısınız” diye sorardım her zaman; bu kez “düşünüz nasıl” diye soruyorum.
Kapısız Kilitler
Meliha Ünver
Öyküler
Bilgi Yayınevi
Ağustos 2020, 124 s.