Belli bir düzeni yok sosyal yaşamın, hele bizimki gibi ülkelerde… Hemen her gün bir şeyler oluyor, bir şeylerle manipüle ediliyor ve herkes neyi ne zaman ve nasıl yapacağını bilememenin sıkıntısını yaşıyor.
Çağımız diyemesek de, bu dönem göçler dönemi… Sadece ekonomik göçler değil sosyal ve siyasal göçler de belirliyor toplumsal yaşamı.
Ender İmrek, son beş yılın nirengi noktalarını ele alarak ilginç, ilginç olduğu kadar meraklı, meraklı olduğunca toplumsal, en az bir o kadar da heyecanlı bir öykü anlatıyor “Şafakta Buluşuruz”da. İmrek, kısa ve kararlı cümlelerle okuru sürükleyen bir roman yazmış. Hemen hepimizin başına gelebilecek olaylarla örülü…
İran’da mollaların idam tehdidinden kaçan Farzad, ülkeden ancak Türkiye’ye geçebilir. Kolay bir süreç değildir bu kaçaklık. Türlü zorluklarla yüz yüze kalır kızı ve eşiyle. Bir yanda savaş vardır, bir yanda gözü kanlı, hiçbir şeyi umursamayan katiller. Kürtler korurken IŞİD taraftarları hedef bile gözetmeden kurşun yağdırırlar gecenin en koyu karanlığında bile.
Hukuk bitti…
Sınır dışında savaş devam ederken sınırların içinde bir hukuk savaşı verilmektedir. Barış Akademisyenleri, barış talebi nedeniyle, KHK mağdurları da işlerini geri istedikleri için yargılanıyorlardır. Barış talebiyle ayağa kalkanlar terörist olmazlar, ama düşünce suçundan yargılanabilirler… Birilerinin kurtuluşu Türkiye’ye geçmek, birilerininse Türkiye’den çıkmakla mümkün gözükmektedir. Peki, öyle mi olacaktır? Olabilecek midir?
İran’dan gelen, korkusunu yenememiş, geleceğin ne göstereceğini kestiremeyen Farzad, kendi ülkelerindeki molla yönetimine karşı daha baştan mücadeleyi zayıf tuttuklarından yakınırken, Türkiye’nin gidişatının da benzer bir süreci gösterdiğini anlatıyor arkadaşlarına… İmkansız değil, ama zor, çok zor. Toplumsal muhalefetin bölündüğü bir ülkede; parlamenter yapının tek taraflı oluşmasıyla hukukun üstünlüğü kalmamışken, kuvvetler ayrılığı yok edilmişken hele…
Asıl önemlisi demokratların bile bireysel mücadeleyle ancak ayakta kalabilmesidir… Bir araya gelebilen, eskiden beri tanışanlar (fırtınayla sınanmışlar) güvenmektedirler birbirlerine. Buna da bağlı olarak aşmak zordur bazı şeyleri… Dayanışma gerekir muhakkak.
Ses çıkarmak gerek…
12 Mart’ı görmüş, 12 Eylül’ü yaşamış insanların gidişattan ders çıkarmaları gerekmez mi? Gerekir tabii, gerekir de ne örgütlüdürler ne de bireysel güçleri vardır…
Bir de üstüne 15 Temmuz gelir. Yazarın “boyalı gece” diye nitelediği, siyasal bilinci olanların bile bir türlü anlamlandıramadığı, koyu karanlık gecenin ufkunda bir iğne ucu kadar bile bir ışığın gözükmediği o karmaşa içerisinde bir karamsarlık gelir çöreklenir. Öyle ki, başından beri kalp krizi geçiren Naif, kendi acısını unutur. Hükümetin hemen her üyesinin ve partisinin hemen tüm yöneticilerinin ilişki içinde olduğu cemaat liderine düşman kesilmişlerdir bir anda.
Dün alkışlayanlar…
“Boyalı gece”de ne darbe “darbe” gibidir ne de karşı çıkanlar yaşananların farkındadır. Tamam, sokağa çıkmışlardır darbeye karşı ama övülenlerin haklı olduklarını söylemek zordur. Yaşanan zulmün ortakları birbirleriyle çatışırken arada kaynayan demokrasi olmaktadır.
Peki, bilinçli olanlar ne yapmalıdır? Ne yapmalıdırlar ki, kendilerini kurtarabilsinler, ilişki içerisinde oldukları çevreleri en az zararla sıyrılabilsin bu karanlıktan?
Bu sorular çoğaltılabilir muhakkak ki. Ender İmrek de romanının kahramanlarıyla iğneden ipliğe irdeliyor yaşananları, bir roman diliyle ve gerçekten heyecanla. Gerçek bir dayanışma yaşanmaktadır, ama hiçbir haber, hiçbir bilgi yoktur doğru düzgün. Bu arada Edirne’den tam da “boyalı gece”de sınırdan geçmeye çalışan İranlı baba ve kızı vardır.
Buna kalp mi dayanır?
Şafakta Buluşuruz
Ender İmrek
Roman
Dipnot Yayınları
2019, 365 s.
(Bu yazı siyasihaber4.org'ta yayımlanmıştır)