Eskiden misyonerler, din bezirgânları olurdu, sizi kendi görüşüne çekmek için çaba harcardı. Değişmedi, artık tebliğci olduklarını söylüyorlar. Türlü yalan dolanlarla kandırarak, belli bir strateji çerçevesinde militan devşirenler vardı bir dönem.
İsrail – Filistin savaşları sürerken İran – Irak savaşı çıkarıldı, oradan yeterince nemalanamayan siyasal güç, bu kez Suriye’de iç savaş çıkardı. Çok toplumlu bir ülke olması, etnik karşıtlıkların gündemden düşmemesi orada da bir savaşı körükledi. Kendilerini Siyasal İslam olarak gören ve (hemen bütün radikal gruplar öyledir, kendilerinin dışındakiler asla gerçek İslamcı değildir) hemen silahlanarak ortalığı kan gölüne çeviren IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) örgütü dünyanın birçok yerinden militan edindi.
Özellikle Avrupa’da, Müslüman ülkelerden çeşitli nedenlerle göç etmiş, gerek dinleri gerekse gelenekleri nedeniyle yabancı olarak dışlanmış gençleri kandırarak savaşa göndermeye başladı. IŞİD sadece dini bir silahlı örgüt değildi, hak ve hukuk tanımayan, kuralı olmayan, eli kanlı bir örgüttü.
Belçika’da annesi ve küçük kardeşi Nazım ile yaşayan Kemal, yoksul ve zorlu bir hayatı hak etmediğini düşünen, hızlı yaşayan ve rap müzik yaparak bunu dile getiren bir gençtir. Annesiyle tartışınca, kendisini IŞİD’cilerin arasında bulur. Onların kurallarını hiçe saysa da bir gün o simli perde kalkar ve gerçekler ortaya çıkar.
Bu arada Belçika’da da savaşçı devşirmeye çalışan IŞİD militanları Kemal’in küçük kardeşini kandırmak, onu da savaşa yollamak için girişimde bulunurlar. Küçük Nazım, hem annesinin kendisi üzerinde baskı kurmasından hem de okuldaki arkadaşlarının özellikle ağabeyi üzerinden kendisini aşağılamalarından sıyrılmak için bu teklifi kabul eder.
Küçük Nazım da bir savaşçıdır artık. Ağabeyinin durumunu öğrenir ve gecikmiş olsa da kaçar. Bütün zorluklar annelerin omuzlarına yığılmıştır; anne büyük oğlunun ardından küçüğünü kaybetmeyi hazmedemez ve peşinden Suriye’ye gider.
Suriye’de, savaşın en ön saflarında, IŞİD ile YPG (Yurtsever Partizan Güçleri) çarpışmaktadır. Anne YPG’li savaşçıların da yardımıyla küçük oğlunu bulur ve evlerine dönerler.
Film, özellikle rap yapan (veya seven) Kemal’in müzikleriyle etkiyi arttırıyor. Rebel’in “acı” anlamına geldiğini düşününce, itiraz eden bir müziğin, yani rap’in anlamı artıyor. Yaşanan acı, içine işliyor insanın…
Burada anne ile oğlunun öyküsünden çok dini kendi görüşlerine alet eden ve insanları kandırmak için her türlü hileyi yapmaktan çekinmeyen misyonerler öne çıkıyor. Ailenin tanıdığı, küçük Nazım’ı ikna etmeye çalışan din görevlisi her ne kadar karşı çıksa da gidişatı engelleyemez. Gerçekten iyi organize olan, her türlü iletişim olanağını kullanan IŞİD’ciler Nazım’ı götürürler savaşa.
İnsan filmden çıktıktan sonra, uzun bir süre izlediklerinin etkisinden kurtulamıyor. Yakın planlarla, etkileyici görüntülerle devam eden filmde, bir yandan da niye, nasıl, neden, kim bunlar sorusu dönenip duruyor izleyicinin kafasında. Öyle olsaydı, böyle olmasaydı diye doluya koyuyor aldıramıyor, boşa koyuyor dolduramıyor…
Aradan geçen on yıl kadar süre sonrasında, belki IŞİD gücünü ve etkisini yitirdi, ama milyonlarca insan canından, evinden, ülkesinden oldu. Hem değil mi ki bu savaş nedeniyle milyonlarca insan Türkiye’ye sığındı… Bu filmin bir sonraki ayağı, Türkiye’de kalması istenmeyen zorunlu göçmenlerin yaşadığı sefalet olmalı… 17 Mart gününden başlayarak gösterimde…
Korkut Akın
[email protected]