Sanat sizi taşıyandır, buna da bağlı olarak aynı şeyde bile bambaşka güzellikler süzersiniz hiç farkına varmadan. Sonra belleğinizde o farklılıklar birbiriyle kavga eder mi, bilemem. Aynı şarkıyı defalarca dinlemenizin nedeni de budur zaten, aynı manzaraya bakıp da her seferinde yeni duygularla yeni coşkularla dolup taşmanız da… Hem zaten öyle olmasını istemez miyiz? Kendi düş(ünce)lerimizin götürdüğü yere gitmek keyifli değil midir?
Tarhan Gürhan’ın “Uçurumu Koruyan Korkuluk” kitabı, o düş(ünce)leri daha da yaşatmak için koruyor uçurumu… Çünkü uçarsanız (belki özgürlüğe kanat çırparsınız, belli mi olur) o düş(ünce)ler bir daha dillenemez.
İlkbahardan başlayarak dört mevsimi içeren anılar toplamı “Uçurumu Koruyan Korkuluk”. Sonunda bir “dipsöz” var, tadından yenmez… Belki biraz otobiyografik, belki birazdan da çok duygusal, ama en çok da günce… Son derece çarpıcı, bir o kadar da merak ettiren ve kendini sevdiren. “Aşkın esrikliğinden vazgeçmeyen” birine adanmış, hatta yazar, “Picasso olsaydım hep onu çizerdim” diye it(ir)(h)af etmiş. Sarışın, genç ama “soğuk” sevgilisinin Picasso’ya “tazeleyici güç” verdiği biliniyor. Kitabın sayfalarını devirdikçe birbiri ardına, tazeleyici gücünüzü görebilir, duyabilirsiniz, kim bilir…
Andre Gide’in, “Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır” sözüyle başlıyor kitabı oluşturan günlükler. Ne kadarı günlük, ne kadarı kurgu bilinmez, hem bilinmesi de gerekmez. Önemli olan sizin nereden neyi nasıl süzeceğiniz. Ayrıca bırakın yazarı kendi haline, siz kendi düşlerinizi yüzdürün patiska çarşaf gibi uzanan denizde, bırakın dalgalar sarsın bedeninizi.
“Birini sevsem, diğerine yazık”
Şairin şiirce dillendirdiği aşkiya bakış birebir uyuyor Tarhan Gürhan’a. Şair aşk esrikliğinden, yazar alkol esrikliğinden uçuyor biteviye… Uçuyor ya, ayakları kesilmiyor yerden. Bilincini yitirmemesi, okur için ikinci bir merak oluyor: Acaba bir yerde tökezleyecek mi? Ben sayfalar arasında tökezledim, yazar engebesiz yolda rahatça yürüyüp geçti, tamamladı kitabını. Tembih etmeyi de unutmadan: “Aşk yapma(sana) bana… Aşk yapma aşk ol…!” Tarhan Gürhan, unutulana âşık olunduğunu yazmıştı, bir önceki cümlede. Sahi, unutunca mı, unutulunca mı âşık olunuyor? Hem unutan mı, unutulan mı âşıktır en çok? Soruların yanıtı sizde. Bir diğer açıdan bakınca, bunlar benim sorularım içinde dolandığım, siz yeni sorular bulup çıkarır, onlarla boğuşursunuz belki. (Hemen burada bir yanlış anlamayı engellemeliyim, Haydar Ergülen’in arka kapak yazısından el alarak: “Ne yazı ne şiir, ikisi de edebiyat değil. İnsanın yazısı, elyazısı, alınyazısı, olyazısı, yolyazısı. Bazen büyük okyanuslar gibi gözüken, hem içimizi hem aklımızı kavuran, yakan, susuzluktan boğulduğumuz bu çölden çıkmak için gereken yolluğumuz bizim. Yazı da yolluk, şiir de.”) Beşir Fuad, benim yerime doğruluyor cümlemi: “Hakikat şahsa, hata zamana aittir.”
Sözü yazar bağlasın: “İnsan konuştuğudur, paylaştığıdır. İnsan vesaire…”
Uçurumu Koruyan Korkuluk
Tarhan Gürhan
Günlük
Karakarga Yayınları, Aralık 2020, 214 s.