Bazı isimler vardır, marka olmuşlardır artık; herkes tanır, herkes benimsemiştir, tartış(ıl)maz bile. Sinemada çokça sayabiliriz böyle ismi… Onlardan biri Arzu Okay. Her ne kadar yeni Bakan’ın alametifarikası olduysa da birçok insanın gözleri ışıldamıştır tam şu an, Arzu Okay adını görünce. Birçoğu da şaşırmıştır muhakkak. Ancak İletişim Yayınları’ndan çıkan Türey Köse söyleşisini okuyunca bambaşka bir pencere açılacak önünüzde ve başlığa da çıkardığım “Bir tek aptallar değişmez” Fransız atasözünü anacaksınız, muhakkak.
Çocuk denebilecek bir yaşta kamera karşısına geçmiş, yüzden fazla filmde rol almış, Arzu Okay, sadece 17 filmle bir dönemin sembolü olarak kabul ediliyor. Belki bir haksızlık ama herkes kabul etmiş ve kendisi de benimsemiş. Rahatsız olmadığı apaçık, hatta gizlemeden, erinmeden söylüyor da…
Peki, söylenegelen bu sembollük ne kadar doğru? Türey Köse ile söyleşisinden öğreniyoruz ki, çekilen filmler erotik denilebilir, araya konan parçalar nedeniyle pornoya dönüştürülmüş. Sadece onlar değil, Yeşilçam’ın geleneksel çizgisinde çekilmiş filmlerine de parça konmuş Okay’ın.
Yoksulluğun ve yoksunluğun izi…
Babası kendilerini bırakıp gidince annesinin de yaşamını sürdürebilmesi için okulu yarıda kesip kamera karşısına geçmiş Arzu Okay. Akıntıya kapılıp sürüklenmemiş, ne istediğini bilerek, ne yaptığının farkında olarak kararlı durmuş. Zaten o kararlılıktır ki kazıyarak sökerek kazanmış hayatını; yoksa ününün verdiği kolaylıkla “havadan” para kazanması işten bile değildir, birçoklarının yaptığı gibi.
Kan tükürse de kızılcık şerbeti içtim demez, önerilere hatta baskılara rağmen, üstüne üstüne gider. Gözü karadır ve dener hiç bilmediği bile olsa ayakta kalma yollarını. Dericilik yapmaya başladığında, hanutçuluğun belirleyiciliğini öğrenir ticaret için, Edirne’ye gidip oradan çekmeye başlar turistleri. Fransa’ya gittiğinde bir kelime bile edememenin haklı hüznüyle dil öğrenmeye başlar. Sadece Fransızca değil, İngilizce de öğrenir. Kızının kendisi gibi olmaması için ona özel dil dersleri aldırır, İspanya’ya gönderir.
Kızını tek başına yetiştirir Arzu Okay, tüm zorluklarına karşın. Geleneksel ya da standart herkesin kabûl edegeldiği statüleri bırakır bir tarafa, aklının sesini dinleyerek sürdürür çabasını.
Oyunculuk bir meslek…
Sette yaşadıklarını anlatıyor; tabii ki şimdiki koşullar çok farklı. Sokak arasından kalkan minibüslere doluşup tıklım tıkış (setçisi, ışıkçısı, oyuncuları vb.) çekime gittiklerini… Sesli çekim yapılmadığı için kamera arkasındaki konuşmaların kendilerini ne denli etkilediğini (burası çok önemli, çünkü daha sonraki yıllarda da negatif kaçak gelirdi ve çok pahalıydı, tekrar çekim ihtimali neredeyse sıfırdı; düşünün ne denli odaklanmaları gerektiği)… “Oyunculuk bir meslek, yaparken de onun şartlarında yapıyorsun. Erotik filmlerde oynayanlar şehvet duymak, kovboy filmlerinde oynayanlar kovboy gibi hissetmek zorunda değil kendini. Kötü adam da özel hayatında herkese kötülük yapmayacak!” diye anlatıyor (s. 55).
Sansür nedeniyle (Devlet Denetim Kurulu vardı ve senaryolar da filmler de onay almak zorundaydı, doğal olarak da) -pahalı bir iş olan- filmini kurtarmak adına çift final çekildiğini anlatıyor: Katili polisin mutlaka yakalaması lazım. Adamın ölümünden sonra kaçamazsın sevgilini alıp, yoksa sansürden geçemez. O zaman, sansürden geçebilmesi için polisin gelip yakalamasını kaydedeceksin, ama gösterime, sevgilinle kaçtığını (seyirci öyle mutlu olacaktır) sokarsın.
Oyuncular da hayata dâhil!
Arzu Okay, film çekimleri (gerek toplumsal süreç gerekse televizyonun katkısıyla) sekteye uğrayınca sahneye çıkmaya başlar. Şarkıcı değildir aslında, kendine göre sesi de kötüdür, ama o çocuksu yüzü yeter. Bir o yana bir bu yana koşturarak, hoplaya zıplaya, söyler sözlerini unuttuğu şarkıları. Bir gün, bir yerlerde, kurşunlanırlar, polisi çağırırlar; emniyet müdürü, “Beni de tarıyorlar ya, bana ne” der ve umursamaz yaşananları.
Politik olarak da belli bir duruşu vardır Arzu Okay’ın, kitaplarla sağlamıştır. Gerek yurtdışında, Paris’te iltica eden solcuları korur kollar gerekse yurtiçinde barış için yollara düşer. Sivil bir inisiyatifle, “İlla bana mı sıra gelmesi gerekiyor, benim canım acıdığı zaman mı tepki göstereceğim olup bitenlere” düşüncesiyle “Savaş dursun, insanlar ölmesin” diyenlerle Diyarbakır’a gider. Plastik mermi yer ayağından, ama sürdürür bu tavrını. İzmir’de, Ankara’da, Urfa’da, Bodrum’da, Adana’da da benzer eylemliliklerin içinde olur, destek amacıyla açlık grevine bile katılır, “Bu da nereden çıktı” diyenler artık tanıyordur Arzu Okay’ı.
Radikal kararla evinden ayrılan, benzer bir kararla sinemayı bırakan Arzu Okay, “keşke”siz olduğunu söylüyor. Haklı bence de…
Arzu Okay “Keşke”siz Bir Kadın, Türey Köse, Anı – nehir söyleşi, İletişim Yayınları, 2021, 125 s.