“Benim için yazmak, bir hırs, hiddet, kariyer değil ‘namus’ meselesiydi.” diyen, bana göre sadece Türkiye’nin değil, bütün coğrafyaların önemli öykücülerinden biri: Sait Faik. Zaten o nedenle de, “Yazmasaydım deli olacaktım.” der.
Sinemacıların severek okuduğu, olağanüstü etkilendiği, ama pek üzerine düşmediği bir yazardır Sait Faik. Film çekecek bir yönetmen, Sait Faik’ten elini tutmasını ister, O’nun öykülerini okur. Olağanüstü etkileyicidir öyküleri. İnsancıldır kesinlikle. Doğaseverdir mutlaka. Toplumu dönüştürmeye gücünün yetmediğinin ayırdında, bir o kadar da gerçeklere sırtını dönemediğinden yazar ve arkadaşlarıyla balığa çıkar.
…çok güçlü ve etkileyici bir belgesel. Onur Barış, başarılı bir film çıkarmış. Yalın ve bir o kadar da güçlü. Belli ki iyi çalışmış, gerek çekim öncesi gerekse çekim sürecinde ve sonrasında.
Küçük, çekirdek bir ekiple çalıştıklarını, birbirlerine ve yaptıkları işe inanmış olmanın sonucunda başardıklarını biliyoruz. Bundan daha önemli olan o içtenlikli ruh. Belki biraz amatör ama asla acemi değil.
Adapazarı’nda başlayan yaşam öyküsü, bir diğer adada, Burgazada’da devam eder. Avrupa’da da bulunmuştur, İstanbul’da da, “büyük şehrin” çamuruna bulanmış, kumar, hırsızlık, mahpushane görmüş, hırsızlarla yankesicilerle arkadaşlık etmiş ve ‘onlar gibi’ olamayınca yeniden dönmüştür adasına.
Balığa çıkınca…
Böylesi hayatın ‘çemberinden geçmiş’ biri balığa çıkınca Marmara, her zaman verimli olur. En çok balığı verir Sait Faik’e… Ben anlatıcı dilinin öne çıktığı öykülerini yorumlayan yönetmen, oyuncusunun da (inanılmaz bir benzerlik, sanki kopyası) oynadığı karakteri benimsemesiyle hayatın olağan akışını izleyicinin imgesine bırakıyor insan ve doğa sevgisini yükseltiyor.
Filmin savsözü de doğa ve insan sevgisi zaten: “Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak: Benden hikâyesi.”