2 Eylül öncesi sol örgütlenmelerde çeşitli görüş ayrılıkları vardı, birçoğu bilinen. Asıl ayrım Kürtlere bakış açısındaydı, kimi birlikte örgütlenme yanlısı kimi ayrı örgütlenmeyi savunan kimi ayrı devlet olmaları gerektiğini söyleyen… ama hemen hepsinin ortak noktası “bağımsızlık”tı. Kürt ve Kürdistan sorunu turnusol kağıdı kadar belirleyici bir özellik taşıyordu. Kürt örgütlenmeleri arasında da çelişkiler, tartışmalar, çatışmalar o kadar büyür ve artık aynı noktada buluşma olasılığı o kadar azalırdı ki, aynı örgütlenmenin içinde de ayrılıklar baş gösterirdi. Ondan sonrası… sonrası yoktu ki! Sonuç hep istenmeyen oldu, hâlâ da oluyor…
Mehmet Gül, bir örgütlenmenin yerel biriminden Avrupa’da sürgün göçmen yaşayan insanların aradan geçen onca yılda bir araya gelemeseler de yaşadıklarını ve yaptıklarını anlatıyor. Gül’ün rahat anlatımı biz okuru da sanki o grubun içindeymişiz gibi çekiyor içine. Her ne olursa olsun, orada yaşananlar, romanda anlatılanlar bizlerin yaşadıklarından pek de farklı değil. Belki şehir isimleri insanların adları, o kadar.
Son tahlilde…
“Yaşadıklarımızı yazıya dökmediğimiz için bu hatalar zincirine yeni halkalar ekleniyor” (s. 145) diyor romanın kahramanlarından Emine. Almanya’ya gitmek belki ölümden kurtulmaktı, ama örgütlülüğün sürdürülememesiyle bir başka “ölüm” buluyordu insanları. Devrimciliği bırakıp (belki biraz da bencilce) kendilerini yaşamın girdabına bırakanlar bir bakıma yaşayan ölüydüler…
Almanya’ya nasıl gelmişlerdi, yaşamlarını nasıl kurmuşlardı, neler yap(ama)mışlardı, düşleri nelerdi de nerede kopmuşlardı sorularının ötesinde bir teması var “Yağmurla Gelen Adam”ın. Özeleştiri denilemez, ama derinlemesine bir değerlendirme söz konusu arkadaşlar arasında. Kendilerinden kopan (veya koparılan) arkadaşları daha güçlü, daha gerçekçi değerlendiriyor, özellikle Halil Abi’yi. Halil, abi, çünkü adının arkasına bir sıfat dayamak gerekiyor, gerek ailevi gerekse örgütsel konumu gereği. Ailesinin dayatmasıyla beşik kertmesi ile evlenen, zamanla eşinin de kendisini sevmesine rağmen, toplumsal geleneği kıramadığı için de öne hiç çıkmayan biri. Ama Hakan, kimsenin toz kondurmadığı Halil Abi’yi, çok sevdiğini, güvendiğini, saydığını da vurgulayarak doğru yere oturtuyor.
Sahi, romandaki Halil Abi, aslında o dönemin onlarca devrimci örgütlenmelerinin şeflerinden pek farklı değil. İyi dinliyor, ama karar belirtmiyor. Yardımcı oluyor ama kararı o vermiyor.
Bir yerde doğru da… Çünkü o konuma gelmiş, sürgünde yaşayan insanların da karar verme gücüleri var ve verdikleri kararları kimse yargılayıp yermiyor. Sürgünde de olsa devrimcilerin yapması gereken çalışmalar hâlâ var. Ancak gerek siyasal hava gerekse örgütlenme sorunlarıyla birlikte, bana kalırsa en çok da siyasal bakış ve düşünce eksikliği nedeniyle bir hareketsizlik, bir tembellik söz konusu. Bunu gerçekten en ince ayrıntısına dek irdelemek gerekir.
Peki, kim bu yağmurla gelen adam? Devrimcilerin de duyguları, tutkuları, takıntıları vardır. Çok da belirleyici bir güçtür aslında. Emine, ki, asıl kahramanı romanın, bir dönem çokça yaşadığımız suikastlardan birinde öldürülen en değer verdiği, en güvendiği yoldaşının yanına koşan ilk kişiyi arıyor. Yağmurlu bir günde, arkasından gizlice gelen katil (derin devletten olsa gerek) yoldaşını öldürüyor. Sağanak yağışa rağmen bir adam yetişiyor ilkin. Acaba, o muydu arkadaşını vuran? Kendisini gizlemek amacıyla mı yardımcı olmayı seçmişti?
Yağmurla Gelen Adam
Mehmet Gül
Roman
NAS Ajans Yayınları, isteme adresi: [email protected]
Temmuz 2020, 249 s.