Hayalindeki dünyayı yaratabilmek adına çaresizlerin çaresi, umutsuzların umudu olmaya çalışanlar hep halkın yanında, tek başlarına üstesinden gelinemeyecek sorunlara karşı dayanışma ile hep birlikte çalışmak için yaşamlarını bile hiçe sayar gerektiğinde.

Çağlar boyunca öyle olmuş. Tarihin en eski zamanlarından beri bir şeyler yapmaya soyunanları tanıyoruz. Yenmeleri veya yenilmeleri değil, mücadeleleri belirleyici olmuş. Yani bu boyutuyla tarih yenilenlerin tarihi de aynı zamanda ve nedenini, nasılını öğrenerek bir sonrakinde hata yapmamak için yolumuzu aydınlatıyor bu yaşananlar…

“On”lar karanlığı deldi,

… biz aydınlığı getireceğiz! Hepimizin dilinde bu “on”lar, ama kim onlar? Ne yaptılar, neler başardılar (veya başaramadılar)? 1968’de tüm dünyada esen özgürlük ve sosyalizm rüzgârlarının Türkiye’deki öncüleriydi onlar. Gençtiler, heyecanlıydılar, ataktılar ve umutluydular. Sömürüye son verecekleri, haksızlıkları, yolsuzlukları, açlığı ve sefaleti ortadan kaldıracakları bir mücadelenin zaferi için yaşamlarını bile veren bu kişiler, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi militanlarıydı. 

Türkiye İşçi Partisi ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kendi çerçevelerinde başlattığı sosyalizm mücadelesine Dev-Genç olarak katılmışlar, daha sonra da THKP-C olmuşlardı. Olanakları ölçüsünde, ellerinden geldiğince örgütlenmeye çalışmışlar; bildiriler ve afişlerle halka da amaçlarını, yapmak istediklerini bildirmiş ve onları saflarına çağırmışlardı.

12 Mart süreci biliniyor, “Balyoz Harekâtı” ile birlikte bir sürek avı başlamış, THKO önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın sırf gözdağı vermek amacıyla asılacağı kararıyla; daha önce cezaevinden kaçan Mahir Çayan ve arkadaşları, devrimci dayanışma göstererek, idamların durdurulması için Ünye’den üç İngiliz teknisyeni (onlara göre casustular) kaçırdılar.

En uzun üç gün

Şubat’ta cezaevinden kaçan Mahir Çayan ve arkadaşları, 26 Mart günü kaçırdıkları İngilizlerle Kızıldere’de saklandıkları evde, doğrudan hedef gözetilerek öldürüldüler. İlbay Kahraman’ın kaleme aldığı “Ertan Sarıhan” bu üç günün çerçevesinde Ertan Sarıhan’ı anlatıyor. 

Üniversiteyi yarıda bırakıp fark derslerini vererek öğretmen olan Ertan Sarıhan, bir eğitmen olarak da yetkin ve başarılı biri… Dramatize ederek anlattığı konular, bugün bile öyle açık ve anlaşılabilir bir dille anlatılmıyor. Sarıhan’ın amacı öğretmekten çok eğitmek, çok açık olarak görülüyor. Okul dışında da benzer duygularını sürdüren Ertan’ın annesi, bahçeden dört ton fındık alırlarken, Ertan’ın sorumluluğu üstlenmesinden sonra bu rekoltenin düştüğünü söylüyor. Çünkü Ertan, fındık toplayanları gözetiyor, onların hak ettiklerini vermek istiyor ve insani koşullar sağlamaya çalışıyor. 

Öyle toplantılar düzenliyorlar ki, katılanlar arasında hâkim, savcı gibi üst düzey bürokratlar, hatta mülki amir kaymakam da görülüyor. Bu çalışmalar sırasında ayak basmadık köy bırakmayan Ertan Sarıhan, artık hepimizin bildiği “Hekimoğlu” türküsünü de derliyor. Nedendir bilinmez Kadir İnanır, kendisinin derlemediği bu türkünün derleyicisi olarak görülmesine itiraz etmiyor. 

Ertan Sarıhan’ın bir diğer özelliği de basına, özellikle de yerel basına değer vermesi. İleri, Özgürlük, Yeşil Fatsa gibi yerel gazeteler çıkarıyor, o gazetelerde yazıyor… Yerel konular, sorunlar işlendiğinde halkın da ilgisi artıyor. Sarıhan’a göre, bölgesel bir ağ oluşturulmalı, yine Karadeniz bölgesinde, ama farklı üretimleri bulunan köylülerin birbirlerinden haberdar olmaları sağlanmalı. Zaten o denli sıkı çalışıyorlar ki, Trabzon-Samsun karayolunu kesiyor, trafiğin akmasına izin vermiyorlar saatler boyu. 

Örgütlülük…

Bugüne dek Kızıldere konusunda çok şey yazıldı, çok şey söylendi, çok şey hâlâ bilinmiyor. Bu tür çalışmalar karanlıkta kalan köşeleri aydınlatmak, yaşananlardan ders çıkarmak ve geleceğe daha umutla bakmak için önemli. Aradan geçen onca yılda birçok ayrıntı unutulmuş, atlanmış ve/veya önemsiz diye üzerinde durulmamış olabilir; buna da bağlı olarak yanlış hatırlamak da mümkündür. Bütünü, bir araya getirildiğinde hatalı veya yanlış olan da çıkar ortaya. Zaten İlbay Kahraman da konunun ulaşabildiği bütün tanıklarına aynı süreci anlattırıyor. Son kararı biz okurların vermesini istiyor.

Giden mi zorda, kalan mı?

İsmet Öztürk’ten (Çörtük İsmet) Ziya Yılmaz’a, Fikri Sönmez’e (Terzi Fikri, 12 Eylül öncesi Fatsa Belediye Başkanı) hemen bütün tanıkların anlatımları yer alıyor kitapta, iddianame de dahil. Özellikle Kızıldere konusunda, İngilizlerin kaçırılmasına kadar olan her şey ayrıntılı anlatılmış. Bakıldığında birkaç gün, ama saatlerce süren tartışmalar, araştırmalar yapılmış. İtiraz edenler, farklı önerilerde bulunanlar, kabul etmeyenler… İstedikleri halde kalanlar… İsmet Öztürk, Kızıldere’ye, Ertan Sarıhan yerine gitmek istediğini, ama Mahir Çayan’ın, Ertan’ın arandığı bilgisi ile onunla gitmek istediklerini söylüyor.

Aradan 50 yıl geçti. Aradan geçen bunca yılda köprülerin altından çok sular aktı. Düşünceler de değişti, hedefler de… Ancak sadece Ertuğrul Kürkçü’nün sağ çıktığı Kızıldere sonrasında “on”ların yaktığı meşale hâlâ yolumuzu aydınlatıyor.

Ertan Sarıhan
İlbay Kahraman
Yakın tarih
Ayrıntı yayınları
Mayıs 2021, 138 s