Yapmak istedikleri açık: Özellikle seçime uzanan dönemi sert bir kamplaşmayla geçirmek, seçimlerin de böyle bir kamplaşma ortamında gerçekleşmesini sağlamak istiyorlar.
Kamplaşmayı, kendi kurgularının diliyle tarif edelim: Milliyetçiler, dış güçlere karşı direnenler, devletin ậli menfaatlerini başka her şeyin önüne koyanlar ve ülkenin bütünlüğüne sahip çıkanlar…
Karşı tarafta ise kozmopolit, dışa bağımlı, devlet düşmanı ve bölücü unsurlar…
Niyet çok basit görünüyor ama kendilerince kimi “incelikleri” de var. Örneğin, az önceki kamplaşmanın bir tarafındaki “değerlerin” sürekli vurgulanmasıyla yaşanan ekonomik sıkıntıların halkın gözünde geri plana düşeceği varsayılıyor. Ekonomik sıkıntılara öngörülebilir gelecekte çözüm bulunamayacağı daha açık biçimde ortaya çıktıkça bu vurgular gündelik siyasetin ayrılmaz parçası haline geliyor.
“Hepsi bu mu, bu kadar basit olamaz” diyeceklere, iktidara üzerinde dört başı mamur düşünülmüş, çok daha “sofistike” planlar izafe edilmesinin ciddi bir hata olacağını hatırlatalım. İşin “siyasette ustalık” ve “hesaplılık” yanına bakılırsa, 13 bin oyla kaybedilen bir seçimi tekrarlatıp bu kez 800 bin oy fark yenmesi başlı başına bir siyasal öngörüsüzlük ve basiretsizlik örneği sayılmalıdır.
“Ama mutlaka başka hesapları da vardır” denilirse, öyle gelişkin ve ince sayılmamak kaydıyla gerçekten vardır.
***
Başlıca hesap, bir umudu, şevki, motivasyonu; bir şeylere asılma, bir şeyleri sahiplenme kararlılığını kırmaya, söndürmeye ve etkisizleştirmeye yöneliktir. HDP’li belediyelere yapılanların ardında bu vardır… “Gezi davasında” verilen karar, 1980 sonrasının en umut verici kitlesel hareketlenmesini beyhude, boşa çekilmiş kürek saydırma amaçlıdır… Kaftancıoğlu kararı da bir seçimi kazanmak için sergilenen titizliğin, emeğin ve kararlılığın, bu arada o seçimde oluşan, HDP oyları dahil, de facto “ittifakın” cezalandırılmasıdır.
Şimdi sırada HDP’yle ilgili karar vardır.
Bir de Edirne Cezaevi'nde (birden fazla kesim için) adeta bir bomba gibi duran Selahattin Demirtaş…
***
Bunlardan hareketle iki sonuca işaret etmek istiyoruz.
Birincisi: İktidarın/rejimin daha sonrası için herhangi bir “planı” varsa bunun hakkında birtakım tahminler dışında şimdiden kesin konuşmak mümkün görünmüyor. Buna karşılık kesin görünen bir nokta var ve o da şu: İktidar/rejim, yukarıda sözü edilen kamplaşmayı seçimlere kadar sürdürmenin ötesinde, o gün, yani seçim günü için kafasından geçen “müdahaleler” için de bir ortam olarak görüyor. Yeterince açık olmadıysa tekrarlayalım: Fiilen olur olmaz ama “sandığa müdahale” düşüncesi rejimin/iktidarın kafasında mutlaka vardır...
İkincisi: Az önce sözünü ettiğimiz, “bir umudu, şevki, motivasyonu; bir şeylere asılma, bir şeyleri sahiplenme kararlılığını kırma, söndürme ve etkisizleştirme”, genel bir yaklaşım olmanın yanı sıra spesifik olarak seçim kampanyaları dönemine ve seçim gününe, “sandığa” yöneliktir.
Bu iki tespit, “ne yapmalı?” sorusuna yönelik ipuçları da taşımıyor mu?
***
Başkalarını bilemeyiz ama özellikle sosyalist sol, önümüzdeki yakın dönümde muhalefetin en geniş kesimlerine hitap etmek, bu kesimlere rejimin kırmaya çalıştığı umut ve motivasyonu aşılamak, diri tutmak ve artırmak zorundadır. Bu görevin başlıca hedefi, elbette ve en başta geniş yurttaş kesimleri olmalıdır. Biraz daha “yukarılara” çıkıldığında ise, böyle bir ortamda çok zorunlu olmadıkça armudun Soros’u, üzümün YAE’si gibi defterleri yeniden açmanın anlamlı bir iş olacağını sanmıyoruz.
Yukarıda söylenenin yanı sıra, “altılı masa” dışındaki sosyalist-sol muhalefetin seçime uzanan dönemde kendi içinde sürekli irtibat ve eş güdüm içinde olması, bunun somut mekanizmalarını (örneğin “seçim güvenlik ekipleri” gibi) oluşturması düşünülebilecek adımlardan biridir. HDP’nin de yer aldığı sol muhalefet blokunun, mümkünse genişleyerek, seçime uzanan dönemde sergileyeceği performans, iktidarın niyetleri açısından caydırıcı, halka umut ve motivasyon aşılayıcı, bu arada muhalefetin diğer kesimini ileriye ittirici bir işlev görebilecektir.
Bugün için görülebilenler, aşağı yukarı bunlardır.