Her zaman söylendiği gibi, “normal” ve “alışılmış” sayılanın dışındaki durumlar, üzerinde daha fazla düşünmeyi, düşünürken de akla hemen ilk başta gelen ihtimallerin ötesine geçmeyi gerektirir.
AKP’nin ve lideri Erdoğan’ın bu ülkedeki iktidar deneyimi 19 yıla ulaşmıştır. Bu dönem içinde yapılanlar bir yana, doğrudan doğruya bu sürenin kendisi alışılmışın dışında bir duruma işaret eder. Çok partili rejime geçilmeden önce “tek adamın” iktidarı 15, ardından “milli şefin” iktidarı da 12 yıl sürmüştür. 1950 yılından sonra, AKP gelinceye kadar hiçbir siyasal iktidarın ömrü Demokrat Parti’nin 10 yılına bile yaklaşamamıştır.
İktidardaki sürenin bu uzunluğuna bir de tersinden baktığımızda gene “farklı” bir durumla karşılaşıyoruz: 229 aylık bir iktidar deneyimine sahip AKP’nin ve Erdoğan’ın muhalefette geçirdiği süre, yani bu partinin ve liderinin muhalefet deneyimi sadece 15 aylıktır…
15 aylık bir muhalefetin ardından 229 aylık bir iktidar Türkiye’deki siyasal hayat açısından geleceğe de yansımaları olacak özel bir durum sayılmalıdır.
***
Artık ne zaman olacaksa önümüzdeki seçimlerde AKP’nin oyunun yüzde 30’lara düştüğünü, bu partinin MHP’yle bile çoğunluk sağlayamadığını ve Erdoğan’ın da yeniden başkan seçilemediğini varsayalım. Bu, AKP’nin de Erdoğan’ın da siyaseti muhalefette sürdürecek olması anlamına gelir.
O zaman soru şu oluyor: Türkiye olağan dışı gelişmeler yaşanmadan kazasız belasız seçimlere giderse ve seçimleri hem AKP hem de Erdoğan kaybederse neler beklenebilir? Muhalefette olmayı kabullenen AKP ve Erdoğan karşısında yeni iktidarın ülkeyi suhuletle AKP sonrası restorasyona taşıması mı yoksa seçimlerin hemen ardından ülkenin çatışmalı ve kaotik bir döneme girmesi mi?
Bugün için bunlardan ilkinin ya da ikincisinin gerçekleşeceğine ilişkin kesin bir yargıda bulunmak mümkün değil. Ancak, bize göre, sosyalist sol dahil AKP karşıtı çevrelerde ihtimallerden ikincisi biraz uzak sayılmaktadır. Anlayamadığımız nokta ise, her tür olumsuz atıfla birlikte AKP’nin “çok farklı olduğunu”, “önceki iktidarlardan hiçbirine benzemediğini”, vb. söyleyenlerin nasıl olup da bu partinin ve liderinin önce iktidardan “tıpış” gidip sonra da klasik bir muhalefet partisi gibi davranması ihtimaline daha fazla ağırlık tanıdıklarıdır.
Ne ABD ve Avrupa gibi odakların ne Türkiye’deki sermaye sınıfının ne de bir zamanların “vesayetçi” çevrelerinin AKP’yi ve Erdoğan’ı kaybedilmiş bir iktidarı kavga gürültü çıkarmadan başkalarına teslim etmeye zorlayacak gücü ve etkisi vardır. Daha doğrusu, AKP ve Erdoğan bu yöndeki bir basıncı göğüsleyebilecek kozlara sahiptir.
Yani, oralardan fazla şey beklenmesin demek istiyoruz.
***
Yukarıda sıraladığımız ihtimallerden ikincisine (ülkenin çatışmalı ve kaotik bir döneme girmesi) kesin olmasa bile belirli bir ağırlık kazandıran birkaç durum ve etken söz konusu.
Birincisi: Çok “öznel” sayılsa bile Erdoğan’ın varlığı kendi başına bir etkendir. Erdoğansız bir AKP’yi düşünmek, bu partinin Erdoğan olmadan da ayakta kalabileceğine ihtimal vermek ne kadar zorlama olursa, Erdoğanlı bir AKP’nin de “Millet bize bu kez muhalefet görevi verdi” tevekkülüyle davranmasını beklemek o kadar temelsiz olacaktır.
İkincisi: “Restorasyon” deniyor; ama yeni iktidar azami hüsnüniyetle hareket etse, “toplumsal ve siyasal barış” adına her tür inceliği gösterme niyeti taşısa bile elini attığı her alanda kavgacı ve niyeti bozuk bir direnişle karşılaşacaktır. Ekonomi, kamu idaresi, bakanlıklar, kurullar, okullar, vakıflar, fonlar, diyanet, vb. hangi alan olursa olsun yeni iktidarın karşısına bu alanlardaki 19 yıllık “kemik” birikim çıkacaktır.
“En fazla İstanbul BŞB’de yaptıkları kadarını yapabilirler” denmesin; onun çok daha ötesine geçeceklerdir.
Üçüncüsü: 19 yıllık iktidar döneminde yapılanlar, kendiliğinden harekete geçmesi pek mümkün görünmeyen, geleneksel “ülkücü” tabana pek benzemeyen, ama “reisin çağrısıyla” sokaklara dökülebilecek, lümpen özellikler de taşıyan bir tür yeni “taban” yaratmıştır. Kendiliğinden harekete geçmese bile her tür amaçla kullanılabileceği kesindir.
***
Bir süredir buna benzer şeyler yazıyoruz, kimi ihtimallere dikkat çekiyoruz. Amacımız elbette felaket tellallığı yapmak değil; ama ülkedeki kimi siyasal gerçekler, “normal dışı” durumlar, iktidarın özellikleri, vb. bu ihtimalleri de gündeme getiriyorsa ne yapalım?
Pişmiş aşa su katmama adına oturup susalım mı?