Emperyalizmin ve onun örgütlenmelerinin Türkiye’ye dayatacağı gündemlerde kesin ve ikirciksiz karşı tutum alma dışında, yeni bir sol yükselişin en başta emperyalizm ve NATO karşıtlığından beslenmesi günümüz koşullarında mümkün görünmemektedir.
Uluslararası ilişkiler alanındaki güncel eğilimler değerlendirildiğinde Türkiye’nin yakın geleceğine ilişkin olarak görünen şu: Türkiye, zaman zaman abartılsa bile belirli bir gerçekliği de olan “serbest takılma” döneminin ardından ABD/NATO eksenine kayıt yenileyeceğe, bu eksenin çıpasıyla olan kaloma boşluğunu (*) azaltacağa benzemektedir.
Dikkat edilirse burada herhangi bir iktidarın değil Türkiye’nin yönelişinden söz edilmektedir. Başka bir deyişle, bugünkü rejim/liderlik bir şekilde sürse de yerine “6’lı masa” gelse de gidişat bu yöndedir. ABD/NATO ekseninin Rusya-Ukrayna savaşıyla yeni ve zorlayıcı bir hamle yaparak müttefiklerini hizaya çekme imkanları bulması, bu arada Financial Times’ın Erdoğan’ı her şeye rağmen “vazgeçilmez” sayması, Türkiye’deki rejim tarafından da “karşılığının verilmesi gereken” bir durum olarak değerlendirilecektir.
Yeni iktidar adayı sayılan 6’lı masanın sözcüleri de zaten her fırsatta NATO’nun demokrasi ve özgürlükler açısından ne kadar değerli olduğunu vurgulama gereği duymaktadır.
***
Bu noktada akıllara şöyle bir soru gelebilir: Saray rejimi, gündeminin vazgeçilmez başlıklarından biri olan siyaseti ve toplumu “dinsel temellerde” yeniden şekillendirme çabalarıyla ABD/NATO/Avrupa eksenine (yeniden) yakınlaşma gerekliliğini nasıl bağdaştıracak?
Bunun, sanıldığı kadar ciddi bir soru olduğunu sanmıyoruz.
Batılı ülkelerin ve bu ülkelerin uluslararası siyasi ve askeri örgütlenmelerinin, kendi tarihleri ve kazanımları gereği Türkiye gibi ülkelerde laiklik karşıtı hamlelere peşinen cephe almaları tümüyle temelsiz bir düşünce ve beklentidir. Biraz basitleştirerek şöyle de diyebiliriz: Türkiye’nin Avrupa’ya bırakmayıp ülkede tuttuğu her 100 bin sığınmacı, örneğin Medeni Kanunun iki maddesinde yapılacak değişikliği karşılar… Rusya’yla olan söz gelimi 10 birimlik mesafenin 12 birime çıkarılması, eğitimde haremlik selamlık uygulamasına geçilmesini kurtarır, vb. vb.…
Sonuçta, kaloma boşluğunun azaltılmasının laiklik karşıtlığında ciddi frenler gerektireceği düşünülmemelidir.
Yunanistan’la ilişkiler, Doğu Akdeniz, Ege, Kıbrıs… Bunlar al gülüm ver gülüm idare edilmesi (çözülmesi değil) görece kolay sorunlardır.
Daha önemli olanları ise Suriye ve Rusya ile olan ilişkiler ve “Kürt sorunudur.”
ABD/NATO eksenine yakınlaşma sürerken bu konularda da birtakım yollar denenecektir.
“İplerin kopması”, “Batıya rest”, “Avrasya tercihi”, vb. bunlar zaten boş şeylerdi, bugün daha fazla öyledir...
***
Eğer yukarıda özetlemeye çalıştığımız yöneliş doğru ise bu durumun sola yansımaları hakkında neler söylenebilir?
Bu başlıkta bir “tehlikeden” bir de temelsiz bir beklentiden söz edeceğiz.
Tehlike: Türkiye’de liberal çevre, her şeye rağmen sol üzerindeki bozucu etkilerini sürdürmektedir. Bir bakıma Hacivat’a benzeyen bu çevre, yaşadığı itibarsızlaşmanın ardından “Yar bana bir eğlence medet” demiştir ve şimdi bu eğlenceyi Ukrayna kriziyle tırmanan saflaşmada bulduğunu düşünmektedir. Yeni dönemde bugün yaptığı gibi, ama daha fazlasıyla NATO’culuk yapacaktır. Kuşkusuz bunu “demokrasi” ve “özgürlükler” adına yapacak, bir zamanlar “pozitivist”, “oryantalist”, “batı merkezli”, vb. bulduğu değerleri solun önüne koyup sahtekarca “Hadi bakalım, safını seç” diyecektir…
Temelsiz beklenti: Türkiye’de solun 1960’lı yıllarda yakaladığı dalgada anti-emperyalizmin ve NATO karşıtlığının önemli payı inkar edilemez. Ne var ki bu ağırlığın 1950’li yılların histerik NATO yanlılığına bir tepki olduğunu, Kıbrıs sorunu ve askeri üsler gibi olgulara dayandığını da kabul etmek gerekir. Emperyalizmin ve onun örgütlenmelerinin Türkiye’ye dayatacağı gündemlerde kesin ve ikirciksiz karşı tutum alma dışında, yeni bir sol yükselişin en başta emperyalizm ve NATO karşıtlığından beslenmesi günümüz koşullarında mümkün görünmemektedir.
______________________________________________________________________
(*) Kaloma boşluğu: Demir atmış bir teknede, suyun dibindeki çıpa ile tekne arasındaki mesafe.