Avukatlar istemediler, Metin Feyzioğlu da gitti…
Aralarındaki kimi önemli farklılıklara rağmen, Feyzioğlu ile çoğu doğrudan CHP bağlantılı olmak üzere yakın geçmişin siyasal iddia sahiplerini belirli bir kümede toplamak mümkün görünüyor. Bir zamanlar Feyzioğlu’nun adı CHP’nin müstakbel genel başkanı olarak anılırdı. Bir başka hukukçu, bir dönemin İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal için de aynı şey söylenirdi.
CHP’den devam edersek, Birgül Ayman Güler, Emine Ülker Tarhan, Öztürk Yılmaz ve nihayet Muharrem İnce gibi isimlerin temsil ettiği bir silsileyle karşılaşıyoruz. Ciheti askeriyeye bakarsak Yaşar Büyükanıt (bugün hayatta değil) ve İlker Başbuğ akla geliyor. “Mavi Vatan” kurmayları bu kategoriye girer mi, ondan emin değiliz. Medyaya dönersek, Sözcü’nün pek çok yazarını ve elbette Cumhuriyet’i liberal enfeksiyondan “kurtaran” Alev Coşkun ile ekibini görürüz.
***
Örnekleri uzatmadan konunun özüne gelelim.
Bu topluluk, kendince bir tür soy (saf, özgün, bozulmamış) Kemalizm’i temsil ediyordu. AKP’ye karşı dururken, Kemalizm’i (ya da Atatürkçülüğü) sulandıran, ondan ödünler veren ve Cumhuriyet’in 1923-1950 dönemine belirli açılardan eleştirel yaklaşan kim varsa böylelerine karşı mücadeleyi de ihmal etmiyordu. 2007 yılıyla birlikte özellikle Cumhuriyet mitinglerinin kitleselliği ve Ergenekon/Balyoz davalarının saçmalıklarına yönelik tepkiler umutları artırmıştı: Türkiye’de, kendi anlayışlarına uygun bir Cumhuriyetçi-Kemalist dalga yükselerek ülke siyasetinde başat duruma gelebilirdi…
Elbette hepsi birlikte aynı yerde değil, ama kendi bulundukları mecralarda bu ihtimale oynadılar ve kaybettiler. Henüz sahnede görünen İnce ve Yılmaz’ın da kaybedeceği kesindir. Bu insanların nefes alışlarını yakından takip edip kendilerine davetiye çıkarmayı meşgale edinmiş Vatan Partisi sonunda Abdülhamit’e, Taliban’a ve Erdoğan’a nasıl demir atmışsa, Feyzioğlu da bunlardan sonuncusuna yanaşmış ve kendi ipini böyle çekmiştir.
Topluluğa mensup isimlerden diğerlerinin serencamının da aynısı olacağını söylemiyoruz kuşkusuz. Ancak, nerede duruyorlarsa oradan boşa kürek çektikleri, siyasetlerinin bir karşılık bulamayacağı açıktır.
Kısacası, çabalama kaptan…
***
Yukarıda belirli bir topluluk için özetlemeye çalıştığımız durum, aslında, Türkiye’nin ideolojik-siyasal haritasında son 60 yıl içinde ortaya çıkan köklü değişimlerin sonucudur.
Bu harita değişimiyle birlikte soy Kemalizm, kendi dinamiğiyle daha sola uçlar vermek şöyle dursun, ya Feyzioğlu ve VP örneklerinde olduğu gibi bir dönemki hasımlarına yanaşmakta ya da siyasal iflasın ardından köşesine çekilip her şeye burun kıvıran, neye baksa “bugünleri de mi görecektik” tepkisi vermekten başka şey yapmayan kaşları yukarı kıvrık emekli albay semptomları sergilemektedir.
Dikkat edilsin:
Burada Kemalizm’e yönelik tarihsel boyut da taşıyan bir eleştiri yapmıyoruz; Cumhuriyet’in bu iradenin damgasını taşıyan kazanımlarını yok saymıyoruz da… Söylediğimiz, içerilip aşılmadığı sürece soy Kemalizm’in, kim tarafından temsil edilirse edilsin, günümüzde emekçi kesimlere ve sola eğilimli aydınlara, öğrencilere, genç kuşaklara hitap edip bu kesimleri harekete geçiren bir güncellemeye tabi tutulmasının mümkün olmadığıdır…
Bir kamuoyu yoklamasının da gösterdiği gibi, Türkiye halkının 1923 Cumhuriyetini ve onun ileri hamlelerine belirleyici damgasını vuran Mustafa Kemal’i reddeden bir “arınma” (!) yaşamasını kimse beklememelidir. Ancak, bu ne kadar geçerliyse, 1923-1938 döneminin ideolojik-siyasal temelleri üzerinden, sadece buradan ileriye doğru hamle yapılamayacağı da o kadar açık bir gerçektir.
Galiba en doğrusunu 34-35 yıl önce Yalçın Küçük söylemiş: “Kemalizm bizi ileri götürmez, ama biz de Kemalizm’den geriye gitmeyiz…”
O zaman hem sadece Kemalizm’le ileriye gitmek isteyenlere hem de ondan geriye dönmek isteyenlere söylenecek bellidir:
Çabalama kaptan…