İnsan, bir arada yaşamaya alışkın bir canlı. Birliktelikle, bir aradalıkla, iletişimle, ilişkiyle, el ele, diz dize, omuz omuza, göz göze yaşamadığında bir şeyler hep eksik kalıyor. Eh, sekiz milyar insanın arasında yalnızlığı seven, deyim yerindeyse Robinson Crouse olan da vardır muhakkak, ama onlar parmakla gösterilecek denli azlar.
Birlikteliklerin temelinde dayanışma ile birlikte sevgi yatıyor. Eskiden daha çoktu, imece denirdi ve yaşamın her anında her alanında zorluklar birlikte aşılırdı. Şimdilerde biraz daha azsa da en yalnızlar bile istiyor içten içe, kendine itiraf edemese de birlikteliği…
Barış içinde bir arada…
Toplumsal yaşamın en belirgin özelliği kentlerde “komşunun külüne muhtaç”lığın baştan kabul edilmesi, benimsenmesi ve herkesin de bu çerçevede düşünmesinin istenmesidir.
Hasan Öztoprak, “Senin, Meliha”da, bir yanıyla yalnızlaşan insanları, bir yanıyla da bu yalnızlığın yarattığı hüznü ele alıyor. Genç bir kadının sevdiğine yazdığı mektupla başlıyor roman. Tek taraflı mektuplar bunlar. Kadının mektuplarında hem yaşamı hem sevgiyi hem de mahalle baskısını görüyoruz, okuyoruz. Yaşananlar biz okuru da etkiliyor alabildiğine. Açık söylemek gerekirse, 1940’lı yıllar birçok zorluğun birbirinin üstüne bindiği, yaşamı çekilmez kılan sıkıntılı bir dönem. Savaş var, her ne kadar Türkiye girmemişse de tedirginlik alabildiğine etkiliyor yaşlı genç, kadın erkek herkesi. Askerlikleri uzuyor erkeklerin. Kadınlar ise ekonomik güçlüklerden sıyrılsalar da sevgilerine karşılık bulamamanın sıkıntısıyla iç içe. Bunların üstüne romanın geçtiği Adapazarı’nda yaşanan depremle her şey altüst oluyor.
Deprem gerçeği…
Taş üstünde taş kalmamış Adapazarı’nda 1943’teki depremde (o zamanki adıyla zelzelede), tıpkı 1999’da olduğu gibi. Kaderi mi bu, kentin? İnsanların hep hüzünlü olmasının nedeni bu birbiri ardına gelen yıkıcı depremler mi? Bir şey daha geliyor aklıma; depreme yönelik hiçbir koruma önleminin alınmaması, olası yeni depremlerin de yıkıcı, yakıcı, ekonomik ve toplumsal yıkıma yol açmasını engelleyecek bir çabanın gösterilmemesi… Üzücü.
Yoksa daha acısı var mı? Var, yalnızlık. Birbirine sarılamamak, en acısı. Bırakın sarılmayı, el ele bile tutuşamamanın kalpleri dağlayan hüznü de var. Tam da bu noktada “doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz”. Tek seçeneğiniz vardır: İsyan. Kararlılıkla isyan, yani kendi yolunuzu çizmeniz.
Meliha’nın Ahmet’e yazdığı mektuplarla bir aşk romanı okuyoruz aslında. Ama yazar, o denli güçlü ve o denli iyi işliyor ki, hem yaşamı tanıyoruz hem insanların bakışlarını. Küçük bir kentte, var olan mahalle baskısı dedikodularla ciddi bir işkenceye dönüştürebilir yaşamı. Derdinizi kimseye anlatamazsınız, anlatsanız da anlayamazlar ki!
Hasan Öztoprak, yaşananları 40’lı yıllardan 2000’li yıllara taşıyor. Her şey değişiyor bir anda. Doğal olarak roman da… Sürpriz de orada zaten. Sonrasında, sayfalar boyu, okur olarak siz alıyorsunuz Meliha’nın yerini. Şöyle mi olsaydı, böyle mi olurdu, ölen öldü, kalanlar ne umuyordu ne buldu? Öztoprak, okuru ters köşe yapmak için gerçekten çok güzel kurgulamış yazdıklarını. “Nefretten acımaya, kederden sevince ateş çemberi gibi pek çok duygunun içine fırlatılırsa… yeni doğmuş bir bebek gibi saf ve günahsız olur” (s.188) mu insan? İyiler kötülerin daha uzun yaşaması için ömürlerinin kalan kısmını hediye mi eder onlara?
Bir kadın öyküsü aslında “Senin, Meliha”, kadın üzerine kurulu… Duyarlılığı, beklentileri, umuduyla kadın üzerinden yaşamı anlatan bir roman… Her kadın bu denli katlanır mı sıkıntıya? Katlanmalı mı? Kontra bir soruyla; kadınları anlamamak ve/veya kendi ufkundan çerçevelemek ne kadar doğru? Ne kadar insani?
İstanbul Sözleşmesi
… bu yazıyı yazdıktan sonra, Cumhurbaşkanı kararıyla “İstanbul Sözleşmesi”nden çıktığımız açıklandı. Biz kadın duyarlılığını yükseltir, kadınların yaşama daha da çok katılmasını isterken bu geri adım Türkiye’nin çağdaş dünyadaki yerini daha da düşürdü. Politik olan kadın cinayetlerinin önlenmesi için “İstanbul Sözleşmesi”nin yapabileceği bir şey yoktu, ama egemen erk elindeki güç ve olanaklarla (eğitim çalışmaları başta, yargı kararları, ekonomik tedbirler, fırsat eşitliğini sağlama vb.) kadın cinayetlerini önlemek için çabalayabilirdi. Ancak gerici, bağnaz grupların sözünü dinlemeyi tercih edip kadın haklarını (uzmanların da belirttiği üzere hukuki ve etik olmayan bir şekilde) yok etti.
Sahi, “insan hakları eylem planı” açıklanmıştı, yeni anayasa için düğmeye basılmıştı, değil mi? Kimi kandırıyorsunuz?
Senin, Meliha
Hasan Öztoprak
Roman
Remzi Kitabevi
Şubat 2021, 200 s.