3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile birlikte Osmanlı toplum düzeninde var olan kurallara ilişkin önemli değişiklikler meydana geldi. Bu yeniliklerin en önemlilerinden biri kuşkusuz kadınların yaşam pratiklerinde meydana gelen ve kadın erkek eşitliği mevzuu itibari ile önemli addettiğimiz reformlardır.
Eğitim alması için fırsat eşitliğinin sağlanması, kamusal alanda erkekler ile birlikte hareket edebilmesi, çarşaf giymemesi gibi yenilikleri bu kapsamda sayabiliriz. Bunlar Tanzimat sonrası gelişen fikirler ile birlikte meydana gelen değişiklikler olsa da toplum bu yenilikleri yok saymaktan, tepki göstermekten geri durmamıştır. Nitekim bu dönemde çarşafını çıkaran kadınların sürgüne gönderilmeleri, meydanlara çıktıklarında faytonlarının taşlanması bunlardan birkaçı.
Ne kadar tanıdık geliyor değil mi? 9 Ağustos’ta internete düşen bir video da sözde hoca denilen Nurettin Yıldız isimli kişi kadının özellikle savaş durumunda yanında bir erkek olmadan 90 km’den fazla bir yolculuk yapmasının haram olduğunu belirtti. Aradan geçen 180 sene sonra bile kadının en temel insan haklarından yararlanmasını istemeyen bir kitle hala yerinde duruyor. Özgürce dolaşamaması, eğitimde fırsat eşitliğinden yaralanamaması, ne giyip giymemesi ile ilgili kendi dışında herkesin söz sahibi olması…
Burada dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta özellikle savaş halinde bu durumun geçerli olduğunun söylenmesi. Elbette bu sözde hocanın verdiği fetvayı günümüzde uygulayacak müridi çok; savaş yahut barış durumu farketmeksizin. Ancak burada savaş halinin zikredilmesinin amacı bilinçaltında hala kadının erkeğin namusu olarak görülmesidir. Bilindiği üzere milliyetçi muhafazakâr kesim tarafından vatan kadın ile özdeştirilir. Nurettin Yıldız kadın iffetini düşünmelidir diyor çünkü bu kokuşmuş zihniyet için kadın namusunu korumalıdır çünkü “kadınların utancı ailenin utancıdır, ulusun utancıdır, erkeğin utancıdır.”
Bizim bu söylenenlere karşı duruşumuz her zaman olduğu gibi nettir. Yobazlık, gericilik, ataerkinin her zaman karşısında safımızı belirleriz. Ama insanları bilinçlendirmek için yaptığımız her işin sonunda hâlihazırda sistem karşıtı olan bir kesim tarafından işlerimizin baltalanması, bu düzene karşı birlikte hareket etmek istediğimiz kişilerce ahlaksızlığın din simsarlığının çokça olduğu kesim ile aynı kefeye koyulmak, “ya ama gerçek İslam bu değil ki yi araştırmak bizim işimiz değil“ demek deve kuşu misali kafayı kuma gömmek değil de nedir?
Söylemeye çalıştığım şeyi bir örnekle açıklayayım. Van’ın Başakşehir ilçesinde verimsiz bir bal sezonu geçiren arıcılar haziran ayında bal duasına çıkmış. Verim elde edildikten sonra şehir protokolü ile birlikte müftünün yaptığı şükür duasına arıların muhalefeti sosyal medyada epey ilgi gördü. Bu komik tablo bana 2018 yılında gösterime giren Tolga Karadelik’ in Kelebekler filminde bir sahneyi hatırlattı. Hasanlar isminde bir köyde insanlar köyün imamından uzun süren kuraklığa karşı yağmur duası yapmasını istiyor. İmam ise bilindik imamlardan değil. İnancını, bu inancın getirdiği sorumlulukları sorgulayan bir imam. Yani bu bal hasadındaki hocalar gibi protokolle bir araya gelip samimiyetsiz dua töreninde boy gösterecek bir imam hiç değil . Bir gün köy kahvesinde insanlar yine yağmur duası taleplerini yönelttiklerinde bunun bir denge meselesi olduğunu Hasanlar’a yağan yağmurun Çoraklar’a yağmayan yağmur olduğunu söylüyor ve serzenişte bulunuyor “Düzeni boz, sonra Allah’tan yardım dile bu bir doğal denge meselesidir Allah senin hizmetçin midir! “
Yani şimdi protokolle bir arada dua eden, kadınlarla ile ilgili olarak sürekli yobaz , ataerkinin çarkının döndüren fetvalar veren sözde hocaları tüm samimiyeti ile bir dine inanırken aklını bir kenara koymayıp içinde bulunduğu sistemi sorgulayan insanları bir kefeye koymak ve bir çalışma içine girdiğinizde “din afyondur kardeşim” diyerek konuyu kapamak ne kadar doğru ve yapısal bir sorunu çözecek kuvvette bunu sizin takdirinize bırakıyorum.