Emine Bulut cinayeti sonrasına kadınlar “Artık Yeter! Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz” sloganları ile meydanlardaydı. Evlerde, sokaklarda, iş yerlerinde kısacası hayatlarının her alanında şiddet ile burun buruna yaşayan kadınlar haklı bir isyanı dile getirmek istediler:“Artık Ölmek İstemiyoruz”. Zira 2019’un ilk 7 ayında 245 kadın erkekler tarafından katledildi.
Sakarya’da da belirli yerlerde, farklı gruplar tarafından basın açıklamaları ve yürüyüşler yapıldı. Eylemlerin ikisine katılabildim. Ancak bir isyanı dile getirmek için gittiğim basın açıklamalarında bir başka konuya sitem ederek ayrıldım.
Belirtmekte fayda var ki kadın cinayetleri söz konusu olduğunda bazen sizin yanınızdaymış görünen kurumlar, kişiler veya olayları topluma yansıtmak ile yükümlü medya konunun gerçek sebebini göstermemek ve cinayetin haklı çıkması için çeşitli irdemelerde bulunur. Cinayeti kınadıktan sonra “ama” ile başlayan tüm cümleler hepimizin malumudur.
Rahatsız olduğum konu cinayetlerin politik sebeplerini ortaya koyduğumuz vakit yapılan müdahaleler ve açıklamalara konan sansürler. Yani bize deniliyor ki sevgili kadın kardeşim senin tabi ki kanunla korunmuş bir hakkın var. Sokağa çık. Çık ama konunun çevresinde dolaş, kınamanı yap, öldürülmeyeceğiz diye slogan at, şu halkın bir gazını al ama gözünü seveyim bizim mahalleye dokunma. Orası yasak!
Ben bu ikiyüzlülüğü sevmiyorum. Basın açıklamalarına müdahale yapılan kadınlar ile konuştuğumda sanki açıklamalarına müdahaleyi ben yapmışım gibi davranıp “onlar da emir kulu” gibi savunmalarla karşılaşmayı hazmedemiyorum.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki kadın cinayetlerinin politik bir durum olduğunu kabul etmezsek yapılan açıklamaların hiçbir anlamı olmayacak.
Bir kadın eşi tarafından tehdit edildiğini söyledikten sonra koruma altına alınmıyorsa,
Kadın boşanmak istediğinde hakim tarafından “Bir kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” gibi bir cümleye maruz kalıyorsa,
En yakın aile bireyleri tarafından tecavüze uğrayan kız çocukları bağırmadıkları için rızası var denilerek zanlılar serbest bırakılıyorsa,
Kızına tecavüz eden bir adam açıkça deliller var olmasına rağmen adliye sarayından sigarasını tüttüre tüttüre çıkıp gidiyorsa,
Kadın sığınma evi talep edildikçe bu istek göz ardı ediliyorsa,
Kadının kürtaj hakkı bile siyasi liderlerin gündemine geliyor bir de üstüne türlü suçlamalar ile karşılaşıyorsa,
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından feminist kadınlar ahlaksızlık ile suçlanıyorsa,
Kadına yönelik şiddete karşı sokağa çıkan kadınlar ülkenin bakanı tarafından “istismarcılar, hevesliler” grubu olarak nitelendiriliyorsa,
Eğitimde uygulanmaya çalışılan toplumsal cinsiyet eşitliği eleştiri bombardımanına tutuluyor ve yaşadığımız toplumda aile içi şiddet ile ilgili olarak “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı hakim ise
Kadın cinayetleri politiktir.
Talebimiz bellidir: İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun uygulansın. Sözleşmede belirtildiği gibi şiddeti ortaya çıkartan sebepleri ortadan kaldıralım. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin farkında olan bireyler yetiştirilmeli ve bugün bunun için hepimiz bu mücadelenin içerisinde olmalıyız.
Etkin bir ceza sistemi olsun. Bunu söylerken bazı çevrelerce “idam isteriz” sloganları da atılmaya devam ediyor. İdam bir çözüm değil. İdam cezasızlık halinin ortaya çıkmasına sebep olacaktır ki bu bizim en başa dönmemiz demektir.
Sorun belli, çözüm yöntemi belli… Bu umursamazlık ve görmezden gelme de politik bir tavır değil midir?