Haber sitelerinden öğrendim. 1 Eylül itibariyle CHP’nin Kurultay süreci başlıyormuş. Okuduğum haberin devamında, Kurultay'da Kılıçdaroğlu’nun karşısına bir başkan adayı çıkmasının beklenmediği yazılmış. Belli ki haberci için kurultay, Genel Başkan seçiminden ibaret. Peki CHP üyeleri için durum farklı mı? Dikkatli okur, yazımın başlığındaki Kurultay sözcüğünün tırnak içine alındığını fark etmiştir. Tırnağın nedeni, hukuken bir kurultay sürecinin yaşanacağı muhakkaksa da tüzükte tarif edildiği ve gerçek manasıyla bir kurultay sürecinin yaşanacağını düşünmüyor olmam. Tıpkı okuduğum haberde olduğu gibi, yapılan sadece seçimler olacak. Konuyu biraz açalım.

Kurultay süreçleri, program tartışmaları sosyal demokrat partilerin tarihinde önemli süreçler. CHP tarihi için de aynı şey geçerli. Çok partili siyasal yaşama geçiş ve sonrası Türkiye’nin geçirdiği dönüşümleri anlamak isterseniz, CHP ve kurultay süreçleri bakacağınız temel kaynaklardandır. Seçim yasasının değişmesi ile birlikte 1946’da yapılan olağanüstü kongrede CHP’deki ‘değişmez genel başkan’ ifadesinin ‘genel başkan’ ile değişmesi, 1953 yılında yapılan 10. Kurultayda "Kemalizm" sözcüğünün, yeni programda "Atatürk yolu" olarak benimsenip, programda ilk kez "Hukuk Devleti" kavramına yer verilmesi ve iki meclisli bir sisteme geçilmesi, Anayasa Mahkemesi'nin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, işçilere grev hakkı gibi başlıklara yeni programda yer verilmesi sadece CHP tarihi açısından değil, Türkiye siyasi tarihi açısından önemli adımlar. 1959'da yapılan 14. Kurultayda kabul edilen ‘ilk hedefler bildirgesi’ 1960 Anayasasının temelini oluşturmuş, dönemin özgürlük bildirgesi olarak kabul edilebilecek bir metin. 1960’ların ortasında başlayan ‘ortanın solu’ tartışmaları ve İnönü’nün önce parti genel başkanlığından daha sonrasında ise CHP’den istifasına yol açacak Ecevit’li yılların başladığı dönemler sadece genel başkan seçimleri değil, kongre süreçleri ve yaşanan politik yönelim, söylem ve strateji tartışmaları gibi bir dizi başlığın dinamik bir biçimde tartışıldığı dönemler aynı zamanda. Kurultay süreçleri geniş kitlelerin özlemlerine tercüman olabildiği ölçüde, bir siyasi partinin iktidara yürüyüşünün de işaretleri.

1980 sonrasına geldiğimizde ise Kurultay süreçlerinde bu tartışmaların giderek azaldığını görüyoruz. Politik tartışmaların yerini liderlik mücadelesi alıyor. Kitle partilerinde liderlik mücadelesi ve liderler etrafında kümelenme her dönem var ama liderlerin temsil ettiği fikirler de var. İnönü-Ecevit çekişmesi sadece liderlik çekişmesi değil! Devlete, sınıflara bakışta farklılık... CHP’nin kimlere seslenmesi, dayanması gerektiğine dair farklı düşünceler... Farklı demokrasi kavrayışı...

SHP döneminde özellikle özgürlükler ve Kürt sorunu başlıklarında kongreden dışarıya yansıyan görüşler ve tartışmalar olsa da yine de akılda kalan Erdal İnönü ve Deniz Baykal’ın liderlik yarışları ve hizipçilik suçlamaları. Ben bu dönemle birlikte yavaş yavaş liderlik tartışmasının politik tartışmaların önüne geçtiğini düşünüyorum. SHP döneminde kimi başlıklarda önemli sözler söyleniyorsa da, lider tartışmasının daha baskın olduğunu ve liderler arasındaki politik farklılıkların giderek silikleştiğini düşünüyorum. Bir sohbetimizde rahmetli Selçuk Abim(Gedikli), o dönem HADEP-HDP çizgisinde siyaset yapan kimi milletvekillerinin, SHP içindeki liderlik tartışmasında farklı yerlerde yer aldığından bahsettiğinde çok şaşırmıştım. Bu, belki anlattığıma bir örnek olarak değerlendirilebilir.

1990’lı yıllara geldiğimizde Ertuğrul Günay ile Deniz Baykal’ın oluşturduğu ‘Yeni Sol’ söylemi ve yöneliminden, yine Baykal liderliğinde ‘Anadolu Solu’ söylemine hangi tartışma süreçleri sonucunda geçildi.? Buna dair kim ne dedi? Buların kurultay süreçlerindeki tartışmalar sonucunda oluştuğunu sanmıyorum. Olası sonuçları, getirecekleri ve götürecekleri ile tartışılması gereken bu yönelimler, lider ve etrafındaki kadroların tercihleri ile oluşmuş stratejiler. Oysa kurultay süreçleri tam da bunların konuşulması için yapılmıyor mu? 

Yakın döneme bakalım; yapılan son kurultaydan benim aklımda tek kalan İnce ve Kılıçdaroğlu yarışı ve CHP’nin İnce’yi ya da Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler olarak ikiye bölünmesi. Hangi liderin hangi konuda ne düşündüğü, politik farklılıkları konusunda fikirlerim değil, sadece sezgilerim var. Tarafları politik olarak bir yere konumlandır deseniz, yapmam güç. Evet kurultay sonuç bildirgesinde önemli tespitler ve hedefler belirtilmiş. Ben, bunların kurultay sürecinde ilçe ve illerde tartışılarak üyelerin özümsediği haberdar olduğu konusunda çok emin değilim. Sonuçta çok uzun yıllardır AKP tarafından yönetilen bir ülkede solun en büyük partisinin kurultayından akılda kalanın İnce mi, Kılıçdaroğlu mu tartışması olması çok acı. Hadi çok temel konuları bıraktım, kurultay sürecinde CHP’nin seçimde kimle yan yana gelmesi ile ilgili bir tartışma acaba yapıldı mı?

Ülke düzeyinde böyle peki Sakarya’yı konuşalım desem, durum pek farklı değil. 2 yıl önce gerçekleşen ilçe ve il kongrelerini Medyayazar için takip ettim. Yarısından çoğuna gittiğim ilçe kongreleri ve Sakarya İl Kongresi’ne dair aklımda kalan da, ne yazık ki Kurultay’dan farklı değil. Kongre denince üyelerin anladığı, kongre süreçlerinin sadece bir bölümü olan parti organlarının yenilenmesi ve delege seçimleri. Onun öncesindeki tüm bölümler sanki tüzük gereği yapılması gereken bir angarya. Önceki yönetimin değerlendirilmesi anlamına gelen, faaliyet raporlarının üzerine söz alıp görüş bildirildiğine rastlamadım. Hele bir önceki ilçe başkanı tekrar aday olmamış ise, göreve talip olan adayların onunla birlikte davranması muhtemel delegeleri incitmemek adına önceki döneme dair tek eleştiri sözü etmediklerine şahit oldum. Son derece sert gruplaşmaların olduğu süreçte kimin neden ayrı yerde durduğunu anlayabilmek için, bir A4 kağıt parçası olsun yazılı metin okuyabilmek nasip olmadı. CHP’nin umudu olarak bakılan genç üyeler de, ne yazık ki diğer üyelerden farklı değildi. Siyaset olarak bildikleri şeyi yaptılar. Büyüklerinden öğrendikleri gibi birini desteklediler ya da karşısında oldular.

Tüm bunların ışığında 'senin de süreçten beklentin çok fazlaymış be arkadaş', diyenler olabilir. Bu sadece benim beklentim değil, aynı zamanda CHP’nin Anayasası olan parti tüzüğünün ‘Kurultay’ tarifi.

Cumhuriyet Halk Partisi Tüzüğü, Kurultay’ı partinin en yüksek organı olarak tarif ediyor . Tüzüğe göre kurultay; ‘toplumun ve ülkenin genel sorunlarını ve parti tutumunu görüşüp karara bağlar’. Olağan olarak 2 yılda bir yapılan kurultay arası partiye yön verme görevi parti meclisine verilirken, Parti Meclisi tüzükte partinin Kurultay’dan sonraki en yüksek organı olarak tarif edilmiş ve görevinin parti programı, kurultay kararları ve seçim bildirgeleri doğrultusunda iç ve dış gelişmelerle ilgili politika ve strateji kararları almak olduğu belirtiliyor.

İlçe ve İl Kongreleri ise ülkedeki temel sorunların ve partinin yönelimlerinin tartışıldığı, bu sorunların yaşanan şehre etkileri ve olası müdahale yöntemlerinin konuşulduğu toplantılar olmalı ki, buralardan süzülen fikirler Kurultayı beslesin. Aksi halde kurultay süreci dediğiniz sadece seçimlerden ibaret olur. Temel konulara dair dinamik bir tartışma sürecinin yaşanmadığı bir parti yapısında doğaldır ki partinin genel yönelimini, ittifaklarını ve tercihlerini belirleyen, etrafındaki bir grup insan ve merkez kurulları ile Genel Başkan olur.

Oysa Sakarya’da önceki kongre sürecinde hazırladığımız ‘1980 sonrası Sakarya’da Sol ve CHP’ adlı dosya için yaptığımız röportajlarda, CHP’nin farklı kuşaktan üyeleri hem ülkede yaşananlar hem de bunların Sakarya’ya etkilerine dair kıymeti gözlem ve fikirlerini bizimle paylaştılar. Hatta dosyanın sonuç bölümünde bunları vurguladık. Bununla birlikte CHP'de kongre süreçleri nedense kimse tarafından bu gözlem ve fikirlerin konuşulacağı, tartışılacağı yerler olarak düşünülmüyor.

Sadece bir örnek vereyim. İlçe kongrelerinde yerel seçimlerin alınabileceği, 1989 yerel seçimleri örnek gösterilerek neredeyse her kürsüye çıkan konuşmacı tarafından söylendi. Ama tek bir kişi bile Büyükşehir yasası nedeniyle değişen belediye sınırlarının sol için seçim kazanmayı nasıl zorlaştırdığından bahsetmedi. Konuşmacılar durumu anlayıp yorumlamak yerine kitleyi motive ettiğini düşündükleri sözcükleri söylemeyi tercih ettiler.

Tabi bunlar benim fikirlerim, ayrıca dışarıdan bir gözle yapılan değerlendirmeler. Kimbilir belki de ben yanılıyorumdur.

Belki de;
 

-AKP döneminde yaşanan ‘işçileşme’nin Sakarya’ya ne ölçüde etki ettiği, hem ekimi azalan kırsal alanlardan* kent merkezlerine taşınan, hem de başka şehirlerden çalışmak üzere Sakarya’ya göç eden insanların kentten beklentilerinin ne ölçüde karşılandığı,

- 1990’lı yıllarda ‘adil düzen’ umudu ile sosyal demokrat partilerden uzaklaşarak siyasal İslamcı partilere yakınlaşan büyük kitlelerin, işçilerin, yoksulların ekonomik krizin de etkisi ile AKP’den uzaklaşmaları ve bu kesimlerle ilişki kurmanın yolları,

-Şehrin aldığı Suriyeli göçünün yarattığı sorunlar ve bunlara dair ‘evlerine dönsünler’ demek dışında neler yapılabileceği,

-Pıtrak gibi açılan özel okullar, hastaneler, AVM’ler ve buralarda uzun saatler çalışan, çoğu iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli binlerce ‘yeni’ işçi,

-Kadın ve gençlik kolları üzerinden müdahil olunamayan gençlik ve bağımsız kadın dinamiği ile nasıl ilişkileneceği, içinde etkisiz olunan meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütlerinde daha etkin nasıl var olunacağı,

Ve çok fazlasının konuşulacağı bir kurultay süreci başlamıştır. Gerçekleşecek olan sadece parti içi organlara yapılacak seçimler ve delegelerin belirlenmesi değildir. Ben yanılıyorumdur.

Umarım yanılıyorumdur.

*TÜİK verilerine göre Sakarya’da 2004’de 118.171 bin hektar olan ekili alanlar, 2018 yılına gelindiğinde 78 bin 930 hektara düşmüş. Muhtemeldir endüstriyel tarım teknikleri ve artan teknoloji nedeniyle üretimdeki artışa rağmen ekili alanların düşmesi, ciddi miktarda arazinin artık ekilmediğini gösteriyor. Bu AKP döneminde ülke ölçeğinde yaşanan işçileşmenin Sakarya’da ne kadar hızlı yaşandığının bir göstergesi.