Daha önceki yazılarımda var olan ekonomik krizin daha öncekiler gibi ani çöküntü değil uzun bir süreye yayılan bir durgunluk yaratacağını yazmıştım. Ani bir çöküntü olmamasının önündeki en büyük destek noktası ise kamu borçluluk düzeyinin hala "kriz var" denebilecek oranlardan uzak kalması. 

Peki 2001 yılında kamu borçlarıyla yıkılan iktidarın ardından gelen AKP nasıl bu düşük oranı yakaladı? Adı üstünde bu bir oran. Yani kamu borçlarının gayri safi millî hasılaya (GSMH) oranı. Şayet hiç borç ödemez (ya da en azından sabit tutar) ama GSMH’yi yükseltirseniz bu oran düşer. 

AKP’li yıllarda da tam bu oldu, kamu borçlanmadı ancak dünyada arzı artan paranın büyük bir kısmı gelişmekte olan ülkelere aktı. Özel sektör ve hane halkının ucuz faiz oranı ile yüksek miktarda borçlanması tüketimi arttırdı. Yani her yıl artan özel sektör borçları 300 milyar dolara geldi ve taşıma su ile binalar yapıldı, bu binalar rant sağladı, ucuz kredi faizi ile uzun vadede herkes konut kredisi borcuna girdi. 

Peki kamu ihtiyacı olan kaynağı nasıl sağladı? Onun da yanıtı basit: Borçla büyüyen ekonomiden vergi toplayarak! GSMH arttıkça aldığı KDV, Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) vs. arttı. Ayrıca özellikle çalışanlardan alınan vergiler ortalama %5 arttırıldı. 

Tabii devlet sadece vergi toplamadı, sadece özelleştirme geliri 60 milyar doları buldu. Bunun yanı sıra dağıttığı birçok lisans vs. ile gelirine gelir kattı. Deprem için konulan özel tüketim vergileri, işsizler için düzenlenen şsizlik fonu gibi kaynaklardan da faydalandı.

Taşıma su ile dönen ve özellikle hızla ranta dönüşen sektörlere insanları yönelten bu ekonomik düzen, suyun uluslararası ekonomik gelişmelerden dolayı kesilmesi, iktidarı bir anda ortada bıraktı. Her yer beton olmuştu ama bu beton kendi kendine yeniden katma değer yaratmıyor sadece rant yaratıyordu. Bu sürekli rant yaratan ekonomik düzen de son bulunca piyasada tıkanma yaşandı. Düşünsenize eskiden peynir, iplik vs. bir sürü sanayici inşaat işine girdi. 

Bunlar bilindik hikayeler ama bir özet olsun diye yazmadan geçemedim. Peki bu taşıma suyun biteceği 2015 yılından itibaren belliyken bizimkiler neden frene basmadı? Çünkü önlerinde başkanlık sistemini sağlayacak arka arkaya seçim dönemleri vardı. Yine piyasaya sürekli para basıldı. Ancak özellikle 2017 yılında artık para bitti, kaynak bitti, ne içeride ne dışarıda kaynak kaldı. Daha önceki bol likiditeden dolayı TL değersizleşti, dolar benzer ülkelere göre bizde daha fazla değer kazandı ve faizler arttı. 

İktidarın elinde satacak bir şey de kalmadı. Ama iktidar yine satacak bir şeyler buldu. Neler mi sattı? Sırasıyla bakalım. 

Örneğin o mukaddes bulunup üzerine milliyetçi muhafazakar ideoloji kurulan “askerlik” hizmetini sattı. Önce bir bedelli yasası çıkardı, sonra bunu kalıcılaştırdı. Artık parası olan direkt devlete parasını ödeyerek bu “kutsal hizmetten” yırtabilir. Askerlik hizmeti sadece garibanın kutsal hizmeti haline geldi. 

Örneğin imar affı yasası ile kent hakkımızı sattı. Sahillerde ne kadar kaçak otel tesis var ise önce onlar nasiplendi. Yasalara uygun inşaat yapan insanlar kös kös bakarken bir nevi yeni zenginler yaratıldı. Ama öncelikle olan bizim kent hakkımıza oldu. 

Örneğin varlık barışı. Kazanıp kazanıp varlıklarını vergi vermeden dışarı kaçanlara bir kerelik bir af çıkartılmıştı yıllar önce. Hadi bembeyaz bir sayfa açalım denmişti. Kriz zamanı bu varlık barışı 3. kez uzatıldı. Yani bir sefer değil her seferinde kazancınızı %20 civarında vergilemek yerine becerebiliyorsanız kaçırıp sonra "dur ben %2 ödeyeyim barışalım" imkanı verildi patronlara. Kamuoyu nedense pek tartışmadı ama şimdiye kadar varlık barışının amacı “yurtdışındaki yerli kaynakları yurtiçine kazandırmaktı” ancak son çıkan varlık barışına bir madde eklendi. Artık yurtiçinde de bunu yapabileceksiniz. Bir şekilde vergi kaçırmayı becerebilirseniz gerisi sonra kolay. 

Örneğin "kaçak taşıtlara %25 vergi verin olsun bitsin" dendi. 100 liralık maliyeti olan araç için bir de devlete 100 lirada vergi vererek 200 liraya alan vatandaş bir yanda, aynı aracı 125 liraya mâl eden organize kaçakçılık çeteleri bir yanda...

Örneğin Kaz Dağları, Munzur Vadisi derken memleketin ne kadar doğal mirası var ise binlerce ama binlerce maden lisansları dağıtıldı. Çıkan altının sadece %4’ü alınacak diye 30 yıl boyunca istedikleri katliamı yapma izinleri verildi. 30 yıl sonra (belki daha önce) o siyanür havuzları patlar, çatlar; yine gelecek kuşaklara borcumuz olan yeraltı sularını kirletir mi önemli değil. 

Örneğin ülkenin bir nevi kefen parası olan Merkez Bankası İhtiyaç Akçeleri hazineye aktarıldı.Örneğin işsizlik fonundan sermayeye aktarılabilecek “ödeneklerin” oranları artırıldı. Emekçilerin yıllarca biriktirdikleri fonlar zaten yağmalanırken iyice serbest atışa geçildi. 

Örneğin 2019 yılı bütçesinde eğitim ve sağlık yatırım bütçelerinden %30 kesintiye gidildi.  

Örneğin Çorlu’daki tren katliamında sonradan da ortaya çıktığı gibi “ödenek yokluğundan” menfezleri iyileştirme ihalesi iptal edildi. 

Evet iktidar böyle böyle ayakta duruyor. Aslında kamusal ahlakı çökerterek, düzenli vergi ödeyeni cezalandırarak, kentleri sahilleri yağmalamayan insanları cezalandırarak, o kutsal askerliği sadece fakirlere yaptırarak, doğayı ve ekolojik varlıkları yok ederek... Kısaca özelleştirecek herhangi bir sermaye varlığı kalmayan AKP’nin son çaresi “kamusal ahlakı” özelleştirmesi. 

Kamusal ahlakın özelleştirmesi zaten özgürlükler alanında adaletsizliği tescilli iktidarın ekonomik alanda da adaletsizce davranarak ahlaklıları cezalandıracağının göstergesi. 

Bunun bir etkisi ise kamusal hizmetlerin niteliksizleşmesi olacaktır. 

Hani krizin faturasını emekçiler ödemeyecek diyoruz ama çoktan o faturalar ödenmeye başlandı.