dünya barış günü için düzenlenen gösterilerin türkiye’nin her yerinde güçlü olacağına inanıyorum çünkü gerek suriye’deki gelişmeler (sadece türkiye’nin işgal tehditleri de değil, sahadaki neredeyse bütün güçlerle karşı karşıya kalması, gözlem noktalarının kuşatılması, öfkeli cihatçıların sınır kapısına yürümesi…) gerekse kayyum darbesi barışa duyulan özlem ve ihtiyacı artırdı. ama içinden geçtiğimiz dönemin benzer başka dönemlerden bir farkı var; bu chp’nin yenikapı ruhu olarak tanımlayabileceğimiz ama aslında geçmişi çok daha eskiye dayanan bir zihniyetten koptu diyemesek bile uzaklaşma eğiliminde olması…
şunu hatırlatarak devam etmek istiyorum, dilek, istek ve talep birbirlerinden farklı şeyler, bugün mevcut krizin bir halk iktidarıyla çözülmesini dileyebiliriz ama bunun bir istek halini alabilmesi için çok şey gerekiyor ve taleplerimizi bunu hesaba katarak oluşturmakta fayda var. diğer yandan, gücünü esas olarak seçmenden alan partilerin seçmenlerinin ihtiyaç ve taleplerini hesaba katmadan, sadece ilkelerle, tutarlılığı merkeze koyarak hareket etmesi güç ve bu ihtiyaç ve talepleri oluşturan milliyetçi bilinç kolay kolay değişmiyor. yani chp’nin bir çırpıda, bir sol partiden bekleyeceğimiz hamleleri yapmasını ummak gerçekçi değil.
dolayısıyla, 31 mart seçimlerinin, akp karşısındaki mücadelede önemli bir dönüm noktası olduğunu da hesaba katarak, imamoğlu’nun diyarbakır ziyareti, kayyum yanlışından dönülmesine dair söyledikleri önemli, bence. en azından bize bir ilerleme, bir arada yürüme zemini sağlıyor.
biliyoruz, görüyoruz; iktidar suriye’de, ekonomide sıkışmış durumda. şunun da farkındayız, akp kurmayları bu türden sıkışıklıkları akla hayale gelmeyen taktiklerle aşma konusunda mahir ama bu sefer farklı bir durum var. hem seçmen desteğinin önemli bir kısmını kaybetti hem mhp’ye mecbur hale gelmesinin olumsuz sonuçlarıyla yüz yüze hem de kendisine destek veren sermaye odaklarıyla ilişkileri eskisi gibi değil çünkü krizden onlar bile etkileniyor. bildiğiniz bir şeyi hatırlatayım; ekonomik krizin seçmeni ve kadroları (örneğin stk çalışanları) üzerindeki etkilerini azaltmak için başvuracağı yerel yönetim kaynakları da artık elinin altında değil.
meral akşener’in 30 ağustos resepsiyonunda sayın cumhurbaşkanı ile, mahremiyet kurallarını hiçe sayarak, elini iki elinin arasına alacak şekilde konuştukları konuların önemsiz ve sıradan olduğunu söylemiş iyiparti yetkilileri. ama chp, iyiparti’den uzaklaşırken akşener’in bahçeli’nin rolüne talip olmaması için bir sebep var mı? ama bence bu, iyiparti’nin kendisine biçtiği rollerden daha az muhtemel olanı.
malum, şu krizin çözümüne talip olan, akp’nin kuruluş konseptine dönmeyi vaat eden iki yeni parti girişimi var. (burada büyücek bir parantez açayım. akp’nin kuruluş konsepti denilen ve nedense bir demokrasi denemesi olarak sunulan “şey” türkiye’nin neoliberalizme ayak uyduracağı dönüşümlerin gerçekleştiği dönem. bir ay içinde doğal gaza ikinci kez zam gelmesi gibi dertlerin tek sebebi suriye savaşı, israf ve yolsuzluk değil, bu ekonomik politikalar ve bunları da siyasal sözümüze katmadan, bilmiyorum geniş kesimleri temsil etmek ne kadar mümkün olur.)
bu iki parti girişiminden biri anap çizgisini geri döndürmeye çalışıyor, diğeriyse malum, stratejik derinliğin mimarı. iyiparti’in bu iki partiden biriyle ittifaka talip olması çok akla yakın değil mi? bütün bunlar halkın mahkum edileceği ihtimaller olarak önümüzde duruyor, meğer ki farklı bir alternatif oluşturulmasın.
yani bir biçimde, chp, hdp, sosyalist partiler ve partileşmemiş solun birlikte hareket etmesinin koşullarını aramak gerekiyor. ve burada başta chp olmak üzere herkese iş düşüyor, buna şüphe yok. bence bu yolda atılacak en önemli adımlardan biri, simgelerle siyaset yapmaktan vazgeçmek, bunun yerine politikaları koymak.
evet, türkiye’de uzun bir zamandır simgeler, işaretler üzerinden siyaset yapılıyor. başörtüsü, atatürk resmi, ezan, bayrak, marşlar aklıma ilk gelenler. bu gezi döneminde bir miktar kırılmıştı çünkü gezi kendi simgelerini oluşturdu, ancak çoğu şimdi pek hatırlanmıyor.
simgeler, ortak geçmişi olanları birleştirse bile bundan sonra bir biçimde bir arada durmamız gereken safları bölüyor. bu sadece imamoğlu’nun armağanı olan atatürk resmiyle sınırlı değil, ihtimal ki kendisi ve birçok chp’li için o resim akp’ye karşı bir simge ve diyarbakırlılar için farklı bir şeye işaret edebileceğini duymamış/duymamışlar. bu bilgisizlik tabii ki onların kusuru ama bugün bunun giderilmesi konusunda sorumluluk alması gereken yukarıda andığım sosyalist partiler ve partileşmemiş sol, bence. çünkü bu iki parti arasındaki temas noktasını oluşturuyorlar.
bu açıdan baktığımızda, 30 ağustos’un ve genel olarak milli bayramların da önemli simgeler olduğunu söylemek yanlış olmaz. türkiye’de bu kadar uzun zamandır her cenahta kemalizm tartışıldıktan sonra akp’dek tarikatlara, yahudilerden sosyalist partilere kadar çok farklı kesimlerin bir simge olarak atatürk’e, kurtuluş savaşı anlatısına sahip çıkması başlı başına şaşırtıcı ama o ayrı bir tartışma konusu. programını esas olarak demokrasiyle sınırlamış olan hdp’nin 30 ağustos’u kutlamak için bir metin yayınlaması, kendisine yöneltilen suçlamaları da hesaba katarsak, bunların içinde en anlaşılır olan çünkü bu partinin bu ülkenin parçası olduğunu gösterme gibi bir derdi var. ama başka siyasal güçlerin böyle bir meselesi de yok. evet, akp ülkenin kuruluş anlatısının yerine 15 temmuz anlatısını geçirmeye çalışıyor (bence 15 temmuz önce gezi’nin yerine düşünüldü ama sonra iş büyüdü) ama bu, kuruluş döneminin bütün günah ve sevaplarını benimsemek anlamına gelecek açıklamalar yapmayı gerektirir mi? bu açıklamalar o atatürk portresini meşrulaştırmaz mı?
muhalefetin kendisine yeni bir takvim hazırlamasının zamanı geldi bence. bu takvimde, yakın geçmişimizin, 5 haziran, suruç, 10 ekim gibi yas günleri kadar 30 mayıs, 7 haziran, 31 mart gibi ümit veren tarihlere de yer var. ama devletin ve resmi ideolojinin kutlamalarına yer yok bence. daha önemlisi, örneğin artık chp dendiğinde öğrencilere ulaşım indirimi yapan ve kamu taşımacılığını 24 saate yayan partinin akla gelmesi gerekiyor, hdp dendiğinde barışta ısrarın, kayyum darbesi karşısındaki direnişin, eşbaşkanlık sisteminin, sosyalistler dendiğinde işçi direnişlerine verilen desteğin... bunları hem hayata geçirmek hem gündeme taşımak hem de simgeleştirmek mevcut simgeleri bütün yükleriyle taşımaktan daha doğru olmaz mı?