büyük ihtimalle zaten bildiğiniz şeylerle başlayacağım, birkaç cümle sabretmenizi rica ediyorum.
bir insanın sınıfını nasıl geçindiği belirler. eğer sahip olduğu üretim araçları sayesinde geçiniyorsa burjuva, emeğinin karşılığında aldığı ücretle geçiniyorsa emekçi, çalışmasının karşılığında, herhangi bir ücret almadan geçimini sağlıyorsa aile içinde ücretsiz çalışan kadın ya da git gide sayıları azalsa da yine aile içinde çalışan çocuk veya gençtir.
“orta sınıf” tanımıysa esasen bir gelir durumuna işaret ediyor. orta sınıf genellikle ücretli ya da ücretsiz emeğiyle geçiniyor.
şunu hatırlatayım; emekçiler her zaman ve her yerde bugünün düzeyinde gelir elde etmiyordu. geçmişte, örneğin almanya’da bir fabrika işçisinin geliri ev, araba sahibi olmaya, ülkesinin dışında tatil yapmaya yeterdi. türkiye’de, 1970’li yıllarda, örneğin netaş gibi bir fabrikadan emekli olan bir işçi, emekli ikramiyesiyle kendisine küçük bir dükkân açabilirdi. (nitekim anadolu yakasında eski netaşçı birçok elektrikçi bulunurdu.)
bugün bu gelir düzeylerine çok sınırlı bir kesim ulaşabiliyor ve ulaşanlar orta sınıf denilen katmanı oluşturuyor. orta sınıfın tamamının beyaz yakalı olduğu varsayımı doğru değil bence. mühendislerin önemli bir kısmı mavi yakalı, otomotivde çalışan, kıdemli ve eğitimli işçiler görece yüksek ücretler alıyor. yeme-içme sektöründe, mutfak şefleri vb. emekçilerin ücretleri de yüksek. hele de asgari ücretin normal ücret haline geldiği son yıllarda…
orta sınıf, birçok açıdan daha düşük gelir gruplarının kaderini paylaşır. işten atıldığında, boşandığında ya da aile işletmesinin dışında bir düzen kurmaya çalıştığında, eğer hazırlıksızsa hayatı tepetaklak olur. bu hazırlık, ücretli çalışanlar için para biriktirme ya da mülk sahibi olma biçimindedir ama o da kolay olmaz.
gelirleri böyle bir şeye yetmediğinden değil.
ama orta sınıfın geliri, üretim sahibi sınıfla ortak noktalar geliştirebileceği yanılsamasına uygun oluyor. bir burjuvanın yılda üç kere ziyaret edeceği bir avrupa ülkesine ömrü boyunca bir kere de olsa gidebilir, borçlanarak burjuvazinin alışveriş ettiği bir dükkândan alışveriş edebilir, benzer kültür ürünleri tüketebilir, benzer mekânlarda sosyalleşebilir yani bir emekçi olarak kaderini değiştirdiği yanılsamasına kapılabilir. ve bu yanılsamaya duyulan ihtiyaç sıklıkla gelecek endişesinin önüne geçiyor. orta sınıftan bireyler, bu katmanın neresinde yer aldıklarına da bağlı olarak, taşınır ya da taşınmaz mülk sahibi olabilir ama şu anda burjuva olmadıkları gibi geleceklerinde de böyle bir ihtimal olmaz. aynı katmanın altlarında yer alan bir emekçinin, “bu ücreti alsam on yılda kendi işimi kurarım,” diyeceği ücreti alan üst düzey yönetici, kendisine kurduğu hayatla öyle bir para biriktiremeyeceği gibi, o parayla kurulacak “iş”le o hayat tarzının yakınına bile gelemez. çarkları döndüren pek çok unsur var, bu unsurların arasında yer alan rıza mekanizmaları böyle oluşuyor ve kolay kolay da değişmiyor. tüketim düşkünlüğü bu insanlarla sınırlı değil ama kendini tükettikleriyle ifade etmek bu insanlar arasında daha yaygın.
orta sınıf arasında bireysellik nadir görülüyor ama bireycilik çok güçlü. maddi koşullarının yukarıda tarif etmeye çalıştığım kırılganlığı, güvence ihtiyacını büyütüyor.
bu insanlar, çok farklı ideolojik akımları benimseyebiliyor tabii ki. laikçilerin nefret ve alay etmelere doyamadığı süslü sofraları hazırlayan örtülü kadınların ezici çoğunluğu da orta sınıf, kulüplerin “ajans çalışanı” müdavimleri de. aralarından solcu da çıkıyor tabii ki. ama solun her kesiminde yer almıyorlar. ciddiyetle okuyor, hırsla tartışıyor, kararlılıkla pozisyon alıyorlar.
gezi’nin (bu ifadeyle 2013 yılının haziran ayında tüm türkiye’ye yayılan eylemliliği değil, park’ı kastediyorum) ağırlığını onlar oluşturdu. hayat tuhaf. bugün ne zaman giyebileceği bile belli olmayan ayakkabıları, yarın işten çıkartılırsa hesabında bulunması gereken parayla sipariş edip kuryelerin canını düşünmeyenlerle, gezi günlerinde mesainin sonunda ayakkabılarını değiştirip büyükdere caddesi’nden taksim’e yürüyen binlerin kesişim kümesi çok geniş. bugün bencillikleri gözümüze batan o insanlar, o günlerde ellerinde ne varsa park’a taşıyor, birine çarpınca özür diliyordu. çünkü arzuladıkları değişimi sağlayabileceğine inandıkları bir mücadelenin içine girmişlerdi. çünkü insan değişiyor ve gözlemim odur ki insan en çok herhangi bir mücadele içinde değişiyor.
söyleyeceklerim sanırım bu kadar.
(Bu yazı ArtıGerçek'te yayımlanmıştır)