bundan otuz yıl öncesine kadar, ama özellikle 1960’lı, 1970’li yıllarda yoksul ailelerin yetenekli, çalışkan, zeki çocukları iyi üniversitelere girerek kaderlerini değiştirirlerdi. kimisi hatta çoğu anadolu’dan gelirdi, berbat yurtlarda, kötü beslenerek, eski püskü giyinerek, yeterince sık banyo yapamayarak okulu bitirir ve çoğunlukla ailelerinkinden çok daha müreffeh bir hayata adım atarlardı. bu insanlar başarılı avukatlar, hekimler hatta siyasetçi oldu. bayramlarda anne-babalarının elini öpmeye giden devlet erkânının fotoğraflarını hatırlayın. çoğunda ziyaret edilen ev, o kişinin yaşadığından daha mütevazı olurdu. gerçi o yıllarda yöneticilerin dahi yaşamları bugünkülerden daha mütevazı olurdu ama konumuz bu değil. eğitim, birkaç onyıl öncesine kadar kaderini değiştirmenin araçlarından biriydi. bu artık bir mucize.
önce üniversiteye girmek için liselerde verilen eğitim yeterli olmamaya başladı, çoğu öğrenci paralı kurslara giderek sınavı kazanır oldu. yine de, anadolu’nun ücra bir köşesinde, sadece okulda öğrendikleriyle elektronik mühendisliği falan gibi bir bölümü kazanan gençler oluyordu ama haberi yapılacak kadar nadirdiler.
o arada üniversite sayısında büyük bir artış başlamıştı. bugün türkiye’nin dört bir köşesinde lise eğitiminden hallice eğitim veren, öğrencilerine meslek sahibi olma ve iş bulma konusunda herhangi bir avantaj sağlayamayan üniversiteler var.
ücreti iyi olan bir iş bulmak, ancak ayrıcalıklı liselerden birinden çıkıp türkiye’deki birkaç seçkin üniversitenin sosyal bilimler dışındaki bölümlerini bitirerek mümkün. o durumda bile, asgari ücretin biraz üstünde hatta asgari ücretle işe başlama ihtimali yüksek. çünkü işsizlik, aynı zamanda işi olanları hizaya getirmek için başvurulan bir kırbaç. türkiye’de 6 milyon genç işsiz bulunduğu biliniyor. önümüzdeki yıl mezun olacaklarla buna bir milyon gencin daha katılacağı öngörülüyor. diğer yandan, uzun zamandır beyin göçünden söz ediliyor. bunun bir kısmını khk’larla işlerinden olan akademisyenler oluşturuyor ama esas önemli kısmı okudukları branşlarda türkiye’de iş bulması mümkün olmayan ama avrupa ve abd’de iş bulabilenler. yani türkiye iyi eğitim verebildiği azınlığı kaçırıyor, iyi eğitim veremediklerine çalışma alanı açamıyor.
eğitim konusundaki eşitsizlik, pandemiyle birlikte, farklı sınıflardan çocuk ve gençler arasında uçurumlar yaratıyor. üniversite öğrencileri yetişkinliğin başında oldukları için seslerini biraz daha fazla duyabiliyoruz. üniversite eğitimi, kitaplardan öğrenilebilecek bilgilerden ibaret değil, kampüs ortamı da insanın gelişimine büyük katkıda bulunur. bir kuşak bu etkiden mahrum yetişiyor. bu insanlar, birkaç yıl içinde emekçi ordusunun parçası olacak, siyasi partilerde, politik kurumlarda yer alacak, oy verecek, oy isteyecek, ülkenin geleceğinin biçimlenmesinde rol oynayacak. ama yoksulluğun, covid’den daha tehlikeli, sinsi bir hastalık gibi ülkenin kılcal damarlarına kadar ulaştığı koşullarda bu gençler sınavlarını düşünmeleri gereken yaşta, geçim derdine kafa yoruyor.
salgın koşullarında devletin eğitimle ilgili önerileri, çocuk ve genç başına internet bağlantısı olan bir cihazın düştüğü, aktif, sınırsız interneti bulunan ve evde eğitimli ama çalışmayan en az bir yetişkinin bulunduğu bir hane halkı varsayımına dayanıyor. bunun türkiye’nin gerçekliği olmadığını görmemek sanırım ancak bakan olmakla mümkün. birçok evde telefonlardaki dışında internet bulunmuyor çünkü insanlar buna ihtiyaç duymuyor! eğitim çağındaki her çocuğa bir cihaz zaten düşmüyor, çocuklara eşlik edecek bir yetişkin de her evde yok. kalabalık nüfuslu evlerde nüfusun önemli bir kısmı eğitim çağında. devlet aklının çocuklara eğitimde destek olmayı uygun gördüğü anne, evin bütün işinden de sorumlu. ayrıca tek-ebeveynli yani anne ve çocukların yaşadığı çok fazla hane var; anne tek başına ama iki ebeveyne yüklenen görevlerin tamamını yerine getiriyor. (yazının bu noktasında nafaka mağduru olduğunu iddia eden erkekleri analım.) anne, genellikle evi geçindirmek için çalışmak zorunda! hadi diyelim cihaz, internet var, özellikle birinci sınıf gibi, herhangi bir okul disiplini bulunmayan çocukların ekran karşısında ders dinlemeleri mümkün değil. çoğu çocuk okuma yazmayı annesinin çabasıyla öğreniyor; annesi okuma yazma biliyorsa, çocuğuna bunu öğretecek zamanı ve bilgisi varsa, tabii. çünkü okumayı bilmek onu öğretebilmek anlamına gelmiyor! yani okul çağında olan ama okuma yazmayı bile zor bilen çocuklar büyüyor. türkiye’de eğitimin düzeyi zaten tartışmalı ama bir kuşak temel eğitiminde noksanlıklarla yetişiyor.
pandemide eğitim alanında yaşanan sorunların çok önemli bir kısmı, devletin ayıracağı bütçeyle, ihtiyacı olana internet, tablet sağlayarak halledilebilir. ama üniversitelilerin kredi yurtlar kurumu’na olan borçlarını silmenin söz konusu bile edilmediği bir ortamda, zenginlere vergi affı geliyor. (yurt içinde ve yurtdışında tutulan kayıtdışı para, altın, döviz vb servet, önümüzdeki haziran ayına kadar banka ve aracı kurumlara bildirilmesi halinde hem kaynağının sorgulanmasından hem de –geriye dönük de dahil olmak üzere- vergiden muaf olacak. çünkü ekonomik krizde, devletin kara para da dahil her türden servetin ülkede bulunmasına ihtiyacı var.)
kriz koşullarında, sermayeden beklenen vergi vermesi değil, muhtaç durumda olanlara bağışlarla gösteriş yapması. kendi çocukları başka ülkelerdeki en iyi okullarda eğitim alanlar, tablet hediye ederek itibar kazanıyor! sevap kazandıklarına inanan umarım yoktur.
türkiye, sermayeyi rahatsız etmeme pahasına birkaç kuşağını feda ederken sınıfları arasındaki geçişlilik bir yana, gelir grupları arasındaki geçişliliğin bile ortadan kalktığı, yoksulluğun değişmez, mutlak bir kader olduğu bir dönem açılıyor; yeni değilse bile farklı bir dönem. yoksullar için asgari refahın sadece suç işleyerek mümkün olacağı bir dönem. bence bunun üzerine düşünmeye ihtiyacımız var.
(Bu yazı artigercek.com'da yayımlanmıştır)