Geçen hafta yayınlanan yazımın ilk bölümünde Cumhuriyet Halk Partisi’nin 37. Kurultayını değerlendirmiş ve benim açımdan önemsenmesi gereken iki konu olduğunu düşündüğümü belirtmiş ve aynı yazıda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşması ve ‘İkinci Yüzyıla çağrı metni’ ni değerlendirmeye çalışmıştım. Son bölümünde ise -her ne kadar ulusal gündemi meşgul eden bir başlık olmasa da- CHP’nin politik yönelimlerine, siyaset diline ve ittifak stratejilerine eleştirel bakan ve CHP’nin daha solda konumlanması gerektiğini düşünen, partinin içindeki ve hatta dışındaki kesimlerin merakla izlediği bir gündemi, CHP Parti Meclisi üyesi İlhan Cihaner’in genel başkan adaylığını ve CHP delegasyonunun kendisine gösterdiği teveccüh hakkındaki görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.
Yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır, İlhan Cihaner, Ali Şeker ve o dönem birlikte hareket ettikleri Selin Sayek Böke’nin geçen yıl Sakarya’da katıldıkları bir etkinlik sonrası, kendileri ve temsil ettikleri ‘gelecek için biz’ hareketi ile ilgili bir yazı yazmış, yazıda samimi çabalarından kuşku duymamakla birlikte işlerinin hiç kolay olmadığını, kendi gerekçelerimle belirtmiştim. Bu nedenle öncelikle İlhan Cihaner’in adaylık sürecinin sonunda aday olabilmek için gerekli imzayı tamamlayamamış olmasının benim için sürpriz olmadığını söyleyebilirim. Arkasından Cihaner’in adaylık süreci, adaylığının kurultaya ve CHP örgütlerinde yarattığı etkiye ve neticesinde kendisinin aldığı desteğe geçmeden önce, kendilerinin CHP içinde mücadele etme gerekçelerini ve bulundukları siyasi yapıya dair öngörülerini değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Düşünceme göre bu değerlendirme doğru yapıldığı takdirde Cihaner ve arkadaşlarının CHP içindeki yolculuğu ve kendisinin aday olacak imzayı bulamaması daha iyi anlaşılacaktır.
Biraz açmaya çalışayım. Bugün kendi politik önermelerinin ve gelecek tasavvurlarının, CHP’nin mevcut siyasal konumlanış ve önermelerinin daha ötesinde olduğunu söyleyen, bir kısmı hayatının bir döneminde sosyalist hareketlerde bulunmuş ama çok uzun yıllardır CHP üyesi olarak siyasi mücadele veren, hislerinden ve samimiyetlerinden kuşku duymadığım dostlarıma, partilerinin kritik aşamalarında attığı çoğu adımı eleştirmelerine rağmen neden orada olduklarını sorduğumda aldığım cevap aşağı yukarı benzer oluyor:
‘CHP örgütleri (yani üye yapısı/tabanı) aslında CHP’nin mevcut politik çizgi ve dilinden rahatsızdır, bugün genel merkezin temsil ettiği yönelime ya da günlük dilde sıkça ifade edildiği şekilde ‘CHP’nin sağa kaymasına’ tepki duymaktadır, üstelik bu tepki sadece bugünkü yönetim için değil ondan önceki genel başkan ve yönetimlerin benzer yönelimleri için de geçerlidir. CHP Genel Merkez yönetimleri hem aday tercihlerinin belirlenmesi hem de partinin politik yönelimleri konusunda CHP örgütünün sesine kulak vermeden hareket etmektedirler. Eğer bu tepki örgütlenebilir, tabanda var olan sol potansiyel açığa çıkarılabilir, CHP’nin daha katılımcı yönetilmesinin mümkün olduğu örgüte anlatılabilir ise CHP tabanı yüzünü emekçilere daha dönük, politik söylemi daha net, kabaca daha sol bir parti yönetimini tercih edecektir. Üstelik CHP’nin yaygın örgütlülüğü, kitleler ile iletişim kurma açısından elindeki önemli imkanlar, kimi yerlerdeki önemli ve başarılı yere yönetim deneyimleri ve başkaca bir dizi gerekçe orada olmayı gerektirmektedir’.
Kurultayda yaptığı konuşmada CHP'nin kritik dönemeçlerde verdiği neredeyse tüm kritik kararları geçmişe dönük olarak şiddetli biçimde eleştirmesine rağmen İlhan Cİhaner’i genel başkanlığa aday olmaya iten gerekçeler, sanıyorum ki yukarıda yazılanlarla paraleldir. O zaman sormak gerekir, gerçekten öyle mi?
Yani gerçekten de, aslında CHP’nin mevcut politik konumlanışı, ittifak ve aday tercihleri, politik dili ile ilgili önemli ölçüde farklı düşünen bir parti örgütü ve onlara rağmen partiyi yöneten bir genel başkan ve genel merkez yönetimi mi söz konusudur?
Ben öyle düşünmüyorum. Böyle düşünenlerin temel yanılgısının da CHP’ye oy veren milyonlarca seçmen ile CHP örgütünü birbirine karıştırmaları, bu ikisini bir ve aynı şey olarak düşünmeleri olduğu kanısındayım.
Evet doğrudur, bugün CHP’ye oy veren milyonlarca seçmen içerisinden kayda değer sayıda insan, CHP’nin sermaye örgütleri ile daha mesafeli, emekçilerin kendilerinin ve taleplerinin parti içerisinde daha görünür olduğu, CHP’nin ittifak yapacağı kesimlerin farklı kimliklere saygı, eşitlik, adalet, seküler bir eğitim gibi daha bir çok konuda birlikte iktidar olunduğu takdirde konumlanışlarının değişeceğinden şüphe edilemeyecek siyasi partiler olması gerektiğini düşünmektedir. Gezi döneminde sokağa çıkan, avukat eylemlerini destekleyen, kamuya ait olanların özelleştirmesinden, sosyal hakların giderek kaybedilmesinden rahatsız, oy vermemiş olsa bile başka sosyalistlerin mecliste konuşmalarından heyecanlanıp bunları sosyal medya hesaplarından paylaşan milyonlarca seçmen mevcuttur. Ama bu insanlar uzun yıllardır var olan seçim barajının getirdiği alışkanlıklar, dönüşümlerin ancak iktidar olmakla gerçekleşebileceği bu yüzden en güçlü seçeneğe oy vermenin doğru davranış olduğu inancı, oyunun boşa gidebileceği kaygısı, diğer alternatiflerin güncel öncelikleri ile kendi önceliklerinin farklı olduğu düşüncesi ve daha bir sürü nedenle günün sonunda ‘yetmez ama evet’ diyerek CHP’ye oy vermektedir. Bu en azından belli yaş grubu ve yukarısı için -kimi kırılma anlarında seçmen davranışları değişse de- hayli zamandır böyledir ve bunlar CHP örgütü değil oraya oy veren seçmenlerdir. Bir partinin seçmeni ile üye yapısı çok mu ayrı şeylerdir diye sorulabilir. Bu yazının sınırlarını aşacak bu konu ile ilgili fikrimi söyleyip geçeceğim. Evet, ayrı şeylerdir. Günümüz CHP’si açısından ise hayli hayli öyledir. Bu nedenledir ki Gezi direnişinin hemen sonrası CHP seçimlerde arka arkaya Ekmeleddin İhsanoğlu ve Mustafa Sarıgül’ü aday olarak göstermiş ve desteklemiştir. Kararların alınırken örgütün görüşlerinin sorulup sorulmaması tamamen partinin siyasi kültürü ile ilgilidir. Neticede sonuçlar başarısız olsa bile bunlar daha sonraki kongre kurultay süreçlerinde bir tepki ya da değişim arzusuna yol açmamış yani parti örgütü karar süreçlerinde etkin olmasa da, kararı alanları tekrar seçerek alınan kararların arkasında olduğunu göstermiştir.
'Ne yani, CHP örgütü içerisinde de senin seçmen dediğin kitleler ile aynı arzuları paylaşan hiç mi kimse yok?' diye sorulabilir. Muhakkak vardır, fakat bu insanlar sayıca az ve parti örgütü üzerinde etkisizdir. Etkilerinin artması ise parti içerisindeki performanslarına değil, CHP’nin solundaki öznelerin ülke ölçeğinde güçlenip, etkilerini arttırmasına bağlı olarak mümkün olabilir.Ayrıca bu kişiler dost sohbetlerinde partilerinin kimi yönelimleri eleştiriyorlarsa bile siyasal kültürleri nedeniyle eleştirilerini parti içerisindeki temsil ihtimallerini azaltacak şekilde belirtmeyi tercih etmemektedirler. CHP üyeleri partilerinin yönelimleri, ittifak tercihleri ve daha bir sürü konuda görüş belirtmekten, bağlayıcı kurultay kararları almaktan çok bu ve benzeri konular hakkında karar verecek organların seçimini önemsemektedir. Bu nedenle partinin seçim süreçlerinde kimlerle ittifak yapması gerektiğine dair, daha sonrasında parti meclisi açısından da bağlayıcı olabilecek önergeler kurultay delegeleri tarafından kurultaya verilmemiştir. Tüm bunların da ötesinde, gözlemlediğim kadarıyla CHP örgütleri zaten büyük ölçüde genel başkanları ve parti merkezlerinin siyasi stratejilerine inanmakta ve bu şekilde iktidara yürüyeceklerini düşünmektedir. Bu nedenle kurultay delegelerinin ezici çoğunluğunun desteği ile Kemal Kılıçdaroğlu ve temsil ettiği yönelimin güven tazelemesi bir yanılgı değil, partinin gerçekliğidir.
Bu uzun değerlendirmeden sonra, Cihaner’in aday olacak imzayı bulamamış olmasının benim için sürpriz olmadığını yinelemek isterim. Mevcut şartlar ışığında bence kendisinin adaylığı ancak genel başkan ve yöneticilerin oluru ile mümkün olabilirdi. Bu da ancak çeşitli nedenlerle Millet İttifakı’nın dışında kalmış ve oylarını arttırmak için metropolde HDP’ye giden oylara yönelme ihtiyacı duymuş bir CHP stratejisinde beklenebilir, kendisi ve arkadaşlarının adaylıkları ya da parti vitrininde görünür olmalarına bu şartlar altında müsaade edilebilirdi. Oysa geçen yazımda değerlendirdiğim üzere, CHP’nin bugünkü iktidar stratejisi ve ittifak tercihleri bundan farklıdır ve bu stratejide muhalefet dili öyle pek de ‘majestelerinin muhalefeti’ gibi olmayan Cihaner gibi kimselerin partinin görünür yerlerinde olması belli ki pek de uygun görülmemiştir. Üstelik Cihaner’in başkan adayı olamaması bir yana, daha önce 3 üye ile parti meclisinde temsil edilen ‘Gelecek için biz hareketi’ yeni oluşan parti meclisine tek bir kişi ile bile girememiştir. Tüm bu saydığım kendileri dışındaki etkenlerin yanı sıra Cihaner’in arkadaşlarının genel merkezin parti meclisi listesini delmeleri, başkan olunamasa da en azından adaylık için yeterli imzayı toplamaları mümkün olamadıysa, bu 1 yıl boyunca bir kanat hareketini il il örgütleyememiş olduklarına işaret etmektedir. Yeterli imza toplanmadan yapılan adaylık açıklaması ise eğer örgütle zayıf bağları işaret etmiyorsa, Cihaner’in ismi ya da temsil ettiği çizginin bizzat kendisinin il il dolaşılıp anlatılmamış olsa da, kurultayda aday olmaya yeteceğini düşündüklerini gösterir ki, üzülerek söylemeliyim bu CHP genel merkezini eleştirdikleri tavırla benzeşmektedir, üstelik aday olmaya da yetmemiştir. Yaptığı içeriği hayli sert ve büyük ölçüde katıldığım eleştirileri içeren konuşmasında kurultaya ‘ben miyim Marjinal’ diye soran Cihaner’e CHP delegasyonu evet cevabı vermiştir.
Sonuca gelirsek, CHP başarılı bir yerel seçim sürecinin ardından kurultayını yapmış, organlarını yenilemiş ve dostları ile birlikte iktidara yürüyüşünü başlattığını ilan etmiştir. Söylemi, vaatleri, ittifak tercihleri nettir. Bu tercih ve yönelime getirilen ciddi ve köklü eleştiriler CHP örgütünde karşılık bulmamış, eleştirenlerin eleştirilerini sürdürebilmeleri açısından partinin yetkili organlarında temsili bile önceki kurultayın aksine mümkün olmamıştır. Bu eleştiri ve muhalefetin ülke ölçeğinde sürdürüleceğini işaret eden bir parti içi kanat örgütlenmesi de dışarıdan hiç mi hiç gözükmemektedir.
Vakit; İlhan Cihaner ve eleştirilerini paylaşanlar için eleştirilerimizde mi yanılıyoruz yoksa siyasal tercihimizde mi sorusuna yanıt verme vaktidir. Tabi tıpkı bundan önce olduğu gibi, tıpkı hiçbir şey olmamış gibi devam etmeleri ihtimal, hatta yüksek ihtimaldir. Ama bundan sonra, partilerinin aldıkları çeşitli kararlar ile ilgili kendilerinin kamuoyunda sert eleştirilerini gördüğümde, ben sadece fıkradaki şöförü hatırlayacağım, hani İngiltere’de otoyolda ters şeride girip, karşıdan gelenlere söylenip duran, o kadar…
Bir daha ki yazıda görüşmek üzere.