Ekim ayının ortalarında Havle isimli Müslüman Feminist bir dernek kuruldu. İsmini Mücadele suresinde ismi geçen Havle Binti Salebe’den alan dernek kurucuları misyonlarını islam adı altında kadınlara yapılan ayrımcılıklar ile mücadele etmek ve feminist kollektif içerisine Müslüman kadınların dahiliyetini arttırmak olarak belirtiyor.
Peki İslam ve feminizm kavramlarını bir arada kullanmak mümkün mü?
Geleneksel Tanrı tanımına, kalıplaşmış feminizm ve din söylemlerine zaten mesafeli olduğum için bu soruya tereddütsüz neden olmasın cevabını verebilirim.
Hatta 2 ya da 3 yıl önce konuyla ilgili araştırma yapıp bir yazı yazmıştım. O zaman derindüşünce.org diye bir sitede yazıyordum. Sitenin ismine aldanıp yazımı göndermiştim ama suya sabuna dokunmadığım yazılarım ile ilgili güzel yorumlarını esirgemeyen editörler şöyle biraz kendi mahallelerini gezmeye başladığınızda “ama… işte…” ile başlayan cümleler kurmaya başlıyor. Sonuçta mülkiyet düzeni diyerek yolunuza devam ediyorsunuz.
Neyse konu ile ilgili başucu kitabı mahiyetinde olan Zahra Ali’nin derlediği İslami Feminizm kitabını okuyarak başlamıştım araştırmaya. İslam ve feminist kavramlarının bir arada olmasının mümkün olup olmadığını sorguladığı giriş kısmından itibaren kitapta yer alan makalelerde İslami feminizmin neyi amaçladığı ve diğer Müslüman ülkelerdeki yansımalarından bahsediliyor.
Buradan hareketle islami feministlerin çalışmalarında siyasal İslam’ın gelişmesi, kadınların eğitim ve öğretim seviyelerinin yükselmesiyle geleneksel İslami söylemden tatmin olmadıklarını ve haklı eleştiriler getirmeye başladığını görüyoruz. İslami feminist hareket çalışmalarını üç alana yoğunlaştırıyor:
1) İçtihat ve tefsirlerin yeniden yorumlanarak cinsiyetçi yorumların ortaya çıkarılması.
2) Tarih yazımında kadının konumu iyileştirilerek Müslüman kadınların tarihinin yeniden yazılması
3) Toplumsal ruhsal eşitlik meselesi üzerine, İslam’ın adalet ve eşitlik prensibine uygunluğunu sorgulayan bir düşünce ortaya çıkarmak.
İslami feminist hareketi içerisinde 3 farklı feminist görüş ortaya çıkıyor. İlk sırada geleneksel reformistler bulunuyor. 1999 yılında çıkmış olan "Vahiy Döneminde Kadının Özgürleşmesi" bu görüşün öncü eseri.
Bu grup kadın ve erkeğin ruhani olarak eşit olduğunu vurgular. Ancak biyolojik farklılıkların toplumda ki rollerini farklılaştırdığını savunur. Dini kaynaklara bağlı ve onların kutsallığını kabul eden ikinci grup radikal feministlerdir. Meseleyi daha ileriye taşıyan ikinci grup feministler fıkıh kaynaklarının geliştirmiş olduğu usulleri sorgulamaktadır. Bunun çok yerinde bir hareket olduğunu düşünüyorum. Günümüzde fıkıh ve İçtihat ile kuran ve sünnet gibi kavramlar birbirine ziyadesiyle karıştırılmaktadır. Fıkıh ve içtihadın sorgulanamaz bir emir gibi empoze edilmesi ataerkil düşünce tarzının eleştirilmesini de engellemiş ve İslam’ın cinsiyetler arası eşitlik vurgusunu görünmez hale getirmiştir.
Üçüncü grup kendilerini liberal feminist olarak tanımlamaktadır. Bu kişiler Kurana sünnetten daha fazla bağlı olmalarıyla bir nebze diğerlerinden ayrılır. Tasavvur ettikleri İslam anlayışı içtihadı din için olmazsa olmaz olarak görmez. İlgimi çeken bir başka özellikleri antropoloji kullanarak cinsiyetler arası farklılıkları sorgulamaları. Böylelikle ataerkil dini sistem tarafından uygulanan cinsiyetler arası hiyerarşi de eleştiriye açık hale gelmektedir.
İslami feministler, neyin ataerkil gelenek neyin Kuranın esas mesajı olduğunu ayırt etmek için Kuranı yeniden okumanın gerekliliğini ifade ederler. Nasıl bir yeniden okuma? Şöyle: Kuran iki farklı kategoride incelenecektir. Bunların ilki evrensel ayetler diğeri tarihsel olarak nitelendirebileceğimiz ayetler. Allah’ın varlığı ve tekliği, adalet, insanlık onuruna saygı, ilim, mantık gibi konuları kapsayan zaman ve mekana göre değiştirilemeyecek ayetler evrenseldir. Ancak sosyolojik olarak o zamanın toplumunun durumuna uygun olarak gönderilmiş ayetler tarihsel bağlamda okunacak ayetlerdir.
Güzel bir çıkış noktası ve çalışma yöntemleri olduğunu söyleyebilirim. Kadını ötekileştiren, en tabii haklarını bir lütuşmuşçasına veren erkek egemen düzenin dinle katmerlenmiş halinin Müslüman feminist hareket sayesinde baltalanacağını düşünüyorum.
Velhasıl Müslüman kadınların sorgulanamaz denilen konulara bu şekilde müdahale etmelerinden ötürü mutluyum. Havle derneğinin yapacağı ilk programının kadın ve cinsellik üzerine olması bu müdahalenin altını kalın puntolarla çiziyor sanırım.☺
Haliyle tepki de alıyor. Mesela İslami Analiz isimli bir haber sitesi Müslüman Feminist kadınların kurduğu bu dernek ile ilgili yaptığı haberin başlığını “Nereye gidiyoruz?” şeklinde atarak tepki gösterdi.
Hakikaten nereye gidiyoruz?
Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız’ın kadına yönelik şiddet ile ilgili “Allah vur dediyse vardır bir hikmeti “
Furkan Vakfı Başkanı Alparslan Kuytul’un “Kadın nağmeli konuşuyorsa cilve yapıyordur.”
Metin Balkanlıoğlu’nun “Açıl kızım gelen öpsün “ şeklinde açıklamalarının olduğu bir düzende Müslüman kadınların bunun dinle alakası olmadığını, din adına kadına yüklenen sorumlulukların koftiden sebepler içerdiğini açığa çıkarma girişimine ne gerek var ki?
“Yaşıtlarım şu anda okulunda sınava girerken, ben adliye salonlarında adalet arıyorum. Eğer adaletin tecelli etmesi için benim ölmem gerekiyorsa, bana biri açıkça söylesin. Adaletin tecelli etmesi için canımı bile vermeye hazırım. Korkudan evden çıkamıyorum. Aramızda bir sapık dolaşmaktadır. Ailemden birisi ya da diğer çocuklar için sapık her zaman sapıktır. Hiçbir çocuk, hiçbir canlı bunu hak etmiyor."
12 yaşında gittiği kuran kursu hocası tarafından tecavüze uğrayan E.S’ye ait bu sözler. Tecavüzden yargılanan imam ise tutuksuz yargılanıyor.
42 yaşındaki imam yeğenine tecavüz edip “o da beni tahrik etmeseydi” şeklinde açıklama yapıyor.
İslami hassasiyeti olan mecraların İslam ve feminizmin yan yana olmasından değil İslam ve bu iğrenç hadiselerin, iğrenç söylemlerin yan yana bulunmasından rahatsız olmalarını tavsiye ediyorum. Zira hedef gösterilen kadınlar hiçbir vicdana sığmayan olaylar karşısında hep mücadeleci ve en kararlı duruş sergileyen tarafta oldular.
İlgili haberin ikinci kısmında Psikolog Mücahit Gültekin’in “Türkiye’de Aile Politikaları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” Programındaki konuşmasının bir bölümüne yer veriliyor. Merak edip programın videosunu açtım. Başlığında Toplumsal cinsiyet Eşitliği tabiri kullanılan programda şu tablo ile karşılaşmayı beklemiyordum ☺
Gültekin programda 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi girişimlerin erkekleri illegal ettiğini iddia ediyor.
6284 sayılı kanun 2012 yılında artan kadın cinayetlerine yönelik olarak şiddet karşısında devletin kadının yanında olduğunu aslında bir nevi deklare ettiği bir kanun. Amacı şu şekilde belirtiliyor:
“Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”
Mücahit Gültekin acaba aşağıdaki maddelerin hangisine binaen illegal edildiğini iddia ediyor;
Şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenir.
Şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilir.
Bu Kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirler ayrımcılık olarak yorumlanamaz.”
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunu tehlike olarak görenlere 2 soru:
6284’e eğer aileyi yıkan bir kanun gözüyle bakıyorsanız eşi boşanma davası açan adamın çocuğunu öldürmesine ne diyeceksiniz?
Türkiye’de şiddet gören kadınların sadece yüzde 11’i adli makamlara başvuru yapabiliyorken kendinizi illegal ediliyoruz diyerek ortaya atmanız sizce de abesle iştigal değil mi?
*Kuran’da kadını görebilirsiniz şeklinde çevrilen ayet ile ilgili İhsan Eliaçık’ın açıklaması şu şekildedir:
ELİAÇIK: Bu konunun geçtiği ayetler Kur’an’da şöyledir:
“Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa yataklarında yalnız bırakın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Yücelik ve büyüklük Allah’a mahsustur; bundan hiç şüpheniz olmasın. Eğer eşlerin arasının iyice açılıp işin boşanmaya doğru gittiğini görürseniz tarafların ailelerinden birer hakem çağırın. Niyetleri gerçekten barışmaksa Allah niyetlerini boşa çıkarmaz. Allah her şeyi biliyor, her şeyi duyuyor; bundan hiç şüpheniz olmasın…” (Nisa; 4/-34-35).
Bu ayet kadınları “dövmeyi” emreden ayet olarak bilinir.
Yaptığım çeviride görüldüğü gibi ayette geçen [ve’dribuhunne] ibaresi “Onları dövün, vurun” yerine “Onlardan bir müddet ayrılın” olarak tercüme edilmiştir. Çünkü kelime bu anlama da gelmektedir.
Sözlükte kelime “vurmak, dövmek, yapmak, bırakmak, ayrılmak, göstermek, etmek, eylemek, koymak” vb. birçok anlama gelir. Bu kelime Arapça’nın “aspirin” gibi neredeyse her derde deva bir sözcüğüdür. Türkçe’deki etmek, eylemek veya İngilizcedeki ‘get’ sözcüğünü çağrıştırır.
Ayette geçen “nuşuz” ise “yükselmek, şişmek, ortaya çıkmak, meydana gelmek, ayağa kalkmak, normalin dışına çıkmak, isyan etmek, karı-koca birbirine karşı gelip kavgaya meydan vermek” demektir.
Türkçe’de aile mahkemelerinde sıkça kullanılan ve boşanma nedenleri arasında sayılan “şiddetli geçimsizlik” dediğimiz şeyle aynı manayı çağrıştırır. Burada kadından kaynaklanan şiddetli geçimsizliğin kastedildiği anlaşılıyor.