Dışarıda lapa lapa kar yağıyor… Bembeyaz her taraf…Bir masumluk geldi şehre…Evler, sokaklar masum…Bir ağaçlar üşüyormuş gibi geliyor bana bir de sokakta yaşayan kediler, köpekler. Çok beyaz çok masum…
Halbuki bu şehir çoğunlukla öyle görünmez gözüme. Ve gerçekten çoğunlukla masum değildir. Her sabah kalkıp onun içine girmek isterken her akşam eve doğru kusar beni bu şehir. Çok dominanttır mesela. Çok çeşitli ve çok tek tiptir. Bitirim hayatlarında, bitirim insanların racon kestiği bu şehir bana da öğretmiştir racon kesmeyi. Ve sanırım racon kesmek bu yüzden bana hep gülünç ve bir o kadar da meydan okumanın tahammülsüz kimsesizliği gibi gelmiştir.
Dışarıda lapa lapa kar yağıyor… Sosyal medya kardan adamdan geçilmiyor. Herkes özlemiş karı. Her bir sayfa kar manzaralı fotoğraflarla dolu. Sonra birileri “duyar kasıyor”. Kar iyi güzel yağıyor da ya dışarıda yaşayan insanlar, sokak hayvanları? Bazıları da sosyal mesaj veriyor: Ne olacak doğal gaz faturaları? Kardan adamlarla sokak hayvanları arasında sıkışıp kalıyor yüreğim. Ama olsun lapa lapa kar yağıyor işte…
İnsanın kendini yaşadığı kente ait hissetmemesi ne demektir çok iyi bilirim. Aynı zamanda o şehirden kopamamanın verdiği rehaveti de. Çünkü bizim gibi muhalifler bu şehirde bir lezzet farkı olarak görülür. Ama garip bir şekilde ihtiyaç da duyulur bize. Hatta çoğunlukla bazı meselelerde gözler bizi arar: haksızlıkta, yolsuzlukta, hak gaspında… Biz onların “Bizim çocuk işte!” dedikleri kişileriz birilerine tanıtırken. Ama içten içe gizli de bir hayranlık vardır gözlerinde. Çünkü biz itiraz ediyoruz haksızlığa, yolsuzluğa, yoksulluğa. Çünkü biz reddediyoruz haksızlığı, yolsuzluğu, yoksulluğu..
Sakın yanlış almayın, üstenci bir söylem yok söylemimde. Biz biliyoruz siz bilmiyorsunuz, biz görüyoruz halk görmüyor, biz duyuyoruz onlar duymuyor demiyorum. İşine gelmemekle görmemek aynı şey değildir çünkü. Birincisinde menfaat vardır ikincisinde cehalet. Ve ikisini aynı kefeye koyarsanız her zaman kaybeden siz olursunuz.
Bu kent gerçekten çoğu zaman kusar beni. Bazen nefes aldırmaz. Bazen de acımasızca eleştirmeye kalkar da sonra kıyamaz yine bana. Yine bir şekilde bir yerlerde kahve içer barışırız onunla. Ama çoğu istediğimi bulamam burada. Mesela Paris’te dar bir kaldırımda bana yol veren yaşlı bir adamın içten gülümseyerek “Günaydın” demesini göremem bu şehirde. Louvre Müzesindeki görevliye “sanat eğitmeni” olduğumu söylediğimde hayranlıkla başını eğip referans verdiği o saygıyı hissetmedim hiç. Atina’da kasiyer kızın bize ahlak dersi verdiği bir kız da çıkmıyor karşıma. Roma’da kırmızı ışıkta geçtiğimiz için polisin yanımıza gelip “Yaptığınız çok tehlikeli. Sizi sizin sizi için uyarıyorum!” diyen bir polisle de karşılamadım hiç. Viyana’da hiçbir bisikletlinin üstüne araba sürülmüyor. St Petersburg’da kafelerin çoğu kütüphane gibi. Ve Salzburg’da herhangi bir caddede harika bir çello konseri dinleyebilirsiniz. Ama beni ben yapan bir şehir burası. Köklerimin burada olduğunu çok iyi biliyorum. Okuyup yaşadıklarımı harmanlayınca benim mi yoksa bu şehrin mi ayrık otu olduğunu kestiremiyorum bir türlü.
Bir şehir içinde yaşayan insanlarla var olur. Ve çoğunlukla insanların kültürü ne ise şehrin de kültürü odur. Burası çok içten- çok yabani, çok saldırgan- çok kapsayıcı, çok samimi- çok ötekileştiren, çok sahtekar-çok namuslu. Çok fazla çok var burada.
“Kente karşı sorumluyuz.” diye yazıyor gazetemin altında. Evet, bir sorumluluğum var diye düşündüm hep. Her terk etmek istediğimde hiçbir şeyi tamamlayamadığımı fark ettim. Yapılacak çok işin olduğunu gördüm. Bir sorumluluğum var bu şehrin kadınlarına, ezilenlerine, çocuklarına, dostlarıma… Birilerinin hayatına dokunmaya ihtiyacım var. Çünkü hayatlarına dokunduğumuz insanlarla var oluyoruz bizler ve bizim gibiler.
İşte bu yüzden varsın kussun bizi bu şehir, varsın söylemlerimiz demode olsun, biz bu kente karşı sorumlu olduğumuzu çok iyi biliyoruz. Bizim bize ihtiyacımız var. Yoksa ne 640 milyonluk yazlık saraya, ne 80 milyon nüfusu olan ülkeye gelen 3 milyon aşıya, ne Sofuoğlu’nun “ fuhuş yapan üniversite kızları söylemine, ne çocukların uzaklaştırıldığı uzaktan eğitime ne havai fişek fabrikasının patlamasındaki ölümcül ihmale, ne %3 lük memur zammına, ne Sapanca’nın kurumasına ne mevsimlik işçilere yapılan zulme ne de aklıma gelmeyen binlerce şeye itiraz ederdik.
Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Kardan adamın yanında iki çocuk fotoğraf çekiliyor. Anneannesiyle kartopu oynuyor bir torun. Çocukların gözlerindeki bu ışığın sönmemesi için bir sorumluluğumuz var elbettebu şehre. Bu kent için, bu çocuklar için mücadele etmeye devam. Çünkü mücadele, bu dünyadaki yerin için ödediğin kiradır...