Garip zamanların görkemli kalabalığında tek başına; KADIN…

Ekim de bir ay; ama kırk sekiz kadın bedeni cansız yatıyor toprakta…

48… Kırk sekiz…

48-47-46-45-44-43-42-42-40-39-38-37-36-35-34-33-32-31-29-28-27-26-25-24-23-22-21

20-19-18-17-16-15-14-13-12-11-10-9-8-7-6-5-4-3-2-1…

Sadece sayı olarak yazılsa bile ne kadar …

Kız çocuğunun surlardan atılıyor başı. O surlar hiçbir savaşta görmemiştir böylesi bir vahşeti. En azından annesinin önüne atılmamıştır hiçbir insanın başı.

Çocuklarının gözü önünde öldürülüyor annesi; babası diyor ki, ”Nefes alamaz anneniz. Siz de nefes alamazsınız. Ölün o zaman!”

Arabada eski sevgilisine diyor ki adam, “Ya ben; ya namlunun ucu…” Namlunun ucunu görüyor kadın son olarak.

Anne kızının tabutunun başında… Toprağa saplıyor ellerini…Kızının canını alan adama beddualar düzüyor.

Kuzeni diyor ki genç kadına: “Ya benimle olacaksın ya da seni öldürürüm. Kazandığın parayı bana vereceksin; ya da seni pazarlarım.”

Narin’in cesedi bulunuyor başkalarının günahlarından yapılmış perdenin arkasında…

Hacer deliş deşik yerde…

Sehle en son ne demiştir acaba?

Ve bir genç kadın avaz avaz bağırıyor sokakta: “ ADALET değil, İNTİKAM”

İntikam timi kuruluyor her bir kadıının yüreğinde….

Mukaddesler, Elmaslar, Fatmalar, Emineler, Zelihalar öfkesini aktarıyor Masal’a, Özge’ye,

Doğa’ya, Yağmur’a…

Doğa Yağmur’u çağırıyor kavgaya. Özge, Öykü’nün öyküsüne katılıyor. Masal hiçbir gerçeğin önünde durmuyor artık. Halbuki hiçbir kadının böyle bir dünyaya gelme gibi bir hayali yoktu. Hiçbirinin ÖYKÜsü sokak ortasında öldürülmekle bitmiyordu. Surlardan aşağıya başı kesilerek atılmak DOĞAya aykırıydı. MASALlara inanmıyorlardı evet ama kendinden ÖZGE herkesin hayatı kıymetliydi onlara göre.

Ama görkemli kalabalık kendi kralını yaratıp onun vecizleriyle doldurdu kulaklarını. Bu eril bu zehirli zihniyet hükmetmekten ve ötekileştirmekten aldı gücünü. Hep bir kaynaktan besledi gücünü. Çünkü gücün ve zehrin devam etmesi gerekiyordu. Tek din, tek düşünce, tek inanç, tek ırk ve tek cins….

Gücün ispatı için hep bir ötekine ihtiyaç vardı. Bütün ötekileri besleyecek en büyük ötekiyi buldu: KADIN’ı…

Çünkü güç paylaşılmayacak kadar küstahtı; tepeden tırnağa kibirdi güç…

Kadının var olma hakkına karar veren olmalıydı. Ondan daha güçlü olamazdı kadın, teslim olmalıydı ona. Kadına kendini değersiz hissettirirse kendi değeri artardı, böylelikle ona hükmedebilirdi de. Bu sayede onu tuşa getirebilir bağımlı kılabilirdi kendine. Yenilemez bir efendiye dönüşebilirdi sonunda.

Yenilemez bir efendiye dönüştü de. Çünkü bunlar zihnimize öyle bir işlendi ki bu kadar şeffaf olan kötülük, kültürel iktidar çabalarıyla sistematik bir duyarsızlaşmaya dönüştü.

“Kes sesini! Yut, yut, yut…” dendi kadınlara.

“Dur! Yutma!“ dedikçe öldürüldük yok edildik.

“Konuş, yoksa yok olursun!” dedikçe ötekinin ötekisi haline geldik.

Beyinlerimize ve hayatlarımıza çizdikleri o ateş çemberi içinde yaşamaya ve teker teker öldürülmeye mahkûm edildik…

Suskunlaştırılan kadınlık bir bir cesede dönüyor artık.

O yüzden bugün bir yasım yok benim, bizim. Çünkü yasa ayıracak vaktimiz yok.

Mahçup ve güçsüz de değilim; hiçbirimiz değiliz.

Yüzümüzü kızartan bacaklarımız yok.

Bacak aramızda namusumuz yok.

Tek bir hayatımız var, karanlığına teslim edeceğimiz tek bir gecemiz yok.
Etek boyumuz yok.
Zincir takacağınız boynumuz yok.
Bir uyarımız yok.
Bir mesajımız yok.
Ancak; çok derinlerde biriken öfkemiz var; gün yüzüne çıkmayı bekleyen. Onun yanı
başında matemimiz var.
Ve umudumuz var geleceği var eden.
İçimizdeki sesi duydu bazılarımız. Bazılarımız yeni dünyaya dair kadınlar yetiştiriyor.
Diğerleri onlarla yan yana yürüyecek erkekler var ediyor.
“Sessiz çığlık” hikayelerini geride bıraktık. Artık annelerimizin başına diktiği “Evin Direği”
teranelerine tekme atıyoruz.
Her yerdeyiz; fabrikada, okulda, evde, sokakta, tersanede…Hayatın tam göbeğindeyiz.
Yan yanayız.
Birbirimizin elini tutup eğer seni biri incitirse kavga ederiz, diyoruz. Ama ellerimiz çok kırıldı
bu yüzden kaba olacağız, diyoruz. Kelimeler her zaman kazanırlar; buna rağmen biz
kaybeden olacağız, diyoruz.
Merak etme yine de, çünkü biz burada olacağız, diyoruz. Ve sen asla kaybeden
olmayacaksın, diyoruz.
Ve söz veriyoruz dünyaya…
Bir erkeği sırf erkek olduğu için,
Bir erkeği kendi kararlarını verdiği için,
Bir erkeği bizi istemediği için,
Bir erkeği giydiği kıyafet için, eve geç geldiği için, sokakta tek başına dolaştığı için,
babamız, kocamız, oğlumuz, abimiz olduğu için yok etmeyeceğimize söz veriyoruz.
Çünkü biliyoruz; bu dünyadaki bütün iyiliklerden ve kötülüklerden sorumluyuz.
Annemizin bedeninde bir yerdeyiz.
Babamızın saçlarının kökündeyiz.
Güzel yanıyız mıknatısın.
Uzun saçlarımız var rüzgara hediye ettiğimiz. Gülüşlerimiz var kuşlarla sevişen. Çıplak
bedenlerimiz var direnişe sunduğumuz.
Yorulunca omuzlarına yaslandığımız kadınlarımız, yanı başımızda bizimle yürüyen
erkeklerimiz var….
Ve biliyoruz ki;
“ Ferman tarihinse
Göğe doğru uzanan bu beden de bizimdir icabında” (Didem Madak)