Tarih, bir pazar akşamı. Mekân, binlerce erkeğin haykırarak testosteron boşalttığı kutsal tapınaklardan biri: stadyum. Kutu gibi kafaların, ofsaydı tartışırken Aristo’yu gölgede bıraktığı o yüce mabedin tribünlerinde bu kez bir pankart açılıyor. Sağlık Bakanlığı logolu. Üzerinde koca harflerle şunu diyor:

“Doğal olan normal doğumdur.”

Bir futbol maçında, doğumun “doğallığı”na methiye dizen bir devlet aklı… Kadının rahmi bile kamu spotu. Peki, bu pankart neden burada?

Kim okur?

Kim ikna olur?

Kadınların yüzde kaçının doğum kararını futbol izlerken veren erkekler etkiliyor?

Erkek egemen devlet aklı, doğumun kontrolünü erkeklerin yoğunlukta olduğu her alana yayarak tahkim ediyor. Tribünlerde kadın yok ama kadın bedeni orada; afişte, sloganda, kamu spotunda…

Simone de Beauvoir, “Kadın olunur.” dedi; ama biz bu ‘olma’ hâlinin bir gün kamu spotuyla stadyuma taşınacağını hayal bile etmemiştik.

Sahi, hangi maçın devre arasında epidural önerilecek? Penaltı sırasında suni sancı? Gol olursa sezaryen mi?

Bu reklamın esas hedefi belki de doğrudan kadın değil. Kadının bedeni üzerinden erkeklere bir mesaj: “Kadının bedenine devletle birlikte sen de hükmet.”

Kadın ise doğurmaya programlanmış bir rahim: Ya “doğal” ol, ya hiç olma.

Audre Lorde der ki: “Mevcut araçlarla ustanın evini yıkamazsın.”

Doğumu futbol sahasına taşıyan bu ustanın elinde hem Sağlık Bakanlığı’nın logosu var hem de kadın bedeni üzerinde yüzyıllık tasarruf hakkı.

“Normal doğum”un bu kadar yüceltilmesi, kadınlara bilgi sunmak değil; itaat biçimi öğretmektir.

“Doğuracaksan, bizim istediğimiz gibi doğur.”

Kim bu “biz”?

Erkek egemen devlet ve onun doğum fetişi.

Bu pankart aslında Sağlık Bakanlığı koridorunda asılı olsa kimse dönüp bakmazdı. Ama stadyuma gelince birden kadının rahmi manşet oluyor.

Çünkü mesele bilgilendirme değil; gövde gösterisi.

Monique Wittig’e kulak verelim: “Kadın, ‘kadın’ olarak tanımlandığı sürece ezilendir.”

Kadının rahmiyle doğum yöntemi arasında geçen futbol maçı da bize bunu bir kez daha gösterdi.

Kadınlar, doğum biçimlerinin kutsanmasını değil; seçim haklarının korunmasını istiyor.

“Doğal olan budur” diyerek sezaryeni kriminalleştiren her dil; kadınları suçlu, doktorları zanlı, doğumu ise bir tür devlet operasyonuna çeviriyor.

Biz kadınlar, bir sonraki maçta şu pankartı görmek istiyoruz:

“Doğurmak, kadının kaderi değil; kararıdır.”

Bu, sadece bir pankart değil.
Bir sınır çizgisi.
Ve biz o çizginin öbür tarafında duruyoruz:
Karar hakkımızla, bedenimizle, özgürlüğümüzle...