Kendi hayatında var olma mücadelesi veren; emeği için, özgür ve onurlu bir yaşam için direnen tüm kadınlara Kasım’a inat ışıyan güneşin sıcaklığı ile merhaba!
Politik ve toplumsal konularla ilgili yazı yazmamaya yeminliydim hatırlarsanız. Pek âdetim olmasa da, bu seferlik günahını ayıbını üstüme alıp yeminimi bozuyorum müsaadenizle. Bir süredir katıldığım İnsanlığın Ruhsal Tarihi adlı seminerin bu akşamki oturumundan çıkınca bastıramadığım bir öfkenin ayaklarıma dolanıp durduğunu fark ettim. Seminerde on binlerce yıl önceden itibaren kadının, tarihin seyrini nasıl etkilediği vurgusuna katkı sunan bilimsel tekniklerle analiz edilmiş arkeolojik veriler sunuldu. Daha önce de bu konuda çeşitli okumalar yapmış, bu tür bilgiler edinmiştim. Ancak yeni bulgular muazzam geldi bana. Çok etkilendim, aynı zamanda da kahroldum. Yanımdaki arkadaşın kulağına eğilip şunu fısıldamaktan alıkoyamadım kendimi: “ Ya on binlerce yıl öncesinde kadın bu kadar etkiliyken, yaşamın ve toplumun temel unsuru iken; medeniyetin, bilimin ve teknolojinin insan beynini zorladığı bu çağda kadının düştüğü duruma bak hele. Nasıl bu hale geldik?”
Bugün bilimin, sanatın, tıbbın ve teknolojinin temelini oluşturan buluş ve yaratımlara kadın bilgisi ve emeği temel oluşturmuş. Açın tarih ve arkeoloji araştırmalarını siz de göreceksiniz. Peki, ne oldu da kadın bugün sistemin ilk ezdiği, ilk hedef aldığı ve vahşice sömürdüğü kesim oldu? Tarımı başlatan, ilk teknolojik aletleri bulan, mevsimlerin ve ayların döngüsünü ilk kavrayan kadın olsun; bugün hayatımızdaki birçok edinimin temeli kadının binlerce yıllık kavrayışından gelsin; ama bugün kadın recm edilsin, burkaya mahkûm edilsin, şiddet görsün, savaşlarda ganimet olsun, en çok ezilen, en çok sömürülen olsun… Binlerce yıl topluma şifacılık etsin, toplumsal yaşama kaynaklık etsin ama şimdi medeniyetin en zirve noktasında yaşamın kıyısına itilsin, sözü geçmesin, baskılansın, eve hapsedilsin yetmezmiş gibi kırıma uğratılsın… Tarihi kayıt altına alanların erkekler oluşu hiç tesadüf değil, size de öyle gelmiyor mu?
Bugün de kadınların nasıl yaşayacağından tut, ne giyip giymeyeceğine, nasıl davranacağına, nasıl güleceğine karar verenler nedense hep erkekler. Din kitapları ne hikmetse kadından başka bir mevzuda söyleyecek kelam bulamamış gibi. Valla bunu ben demiyorum, din alîmi olduğunu iddia eden adamlar söylüyor her gün. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri ve kadının hayatına müdahale erkekler tarafından, toplumun gözü önünde, devlet gözetiminde ve dini referansları arkalayarak yapılıyor.
Ve bütün gece bu soru kafamda döndü durdu. Hangi ara bu hale geldik? Tarihin hangi kırılma anı kadınlar için her şeyi alaşağı etti. Bugün yaşadığımız bu ilkelliği hala aklım almıyor. Ve biz kadınlar; bugün geçmişte bize ait olanı, bizden alınanı ve gasp edilen temel insani haklarımız için mücadele ediyoruz. Ne tuhaf değil mi? Zaten bize ait olanı, varoluşumuzun bir parçası olan temel insani haklarımızı almak için mücadele etmek hatta bedel ödemeyi göze almak zorunda kalmamız akıl alır gibi değil, on binlerce yıllık tarihe bakınca.
Tarih de gösteriyor ki eşit ve özgür bir yaşam mümkün. Bunu binlerce, on binlerce yıl önce atalarımız yaşamış. Doğal olan, doğaya uygun olan da buymuş zaten. Halkların ve cinslerin eşitliğini, bireylerin özgürlüğünü esas alan demokratik ve paylaşımcı bir yaşam mümkünse, onu kurmak için de mücadele hepimizin boynunun borcu. Bulunduğumuz her yerde, her alanda; evde, işte sokakta yanı başımızdaki kadınlara omuz vermek, sesine ses katmak, yüreğinin yanına yüreğini koymakla başlayabiliriz. Kadınlar on binlerce yıllık bir tarih yaratmış, beş bin yıllık hatayı mı düzeltemeyecek?
Ekmek de istiyoruz gül de… Çalışmak da istiyoruz, halaya durup türkü söylemek de… Sözümüzü de söyleriz, kahkahamızı da atarız ağız dolusu… Zulme karşı omuz da veririz, dans edip şarkıda söyleriz… Aşkımızı da yaşarız, çocuk da yaparız, ya da yapmayız… Mini eteğimizi de giyeriz, başörtümüzü de takarız kime ne?
Mücadele ettikçe özgürleşen, özgürleştikçe güzelleşen tüm kadınlara selam olsun!