“…Tanrınızın bu dünyayı helak edeceği güne kadar zürriyetinin gölgesiyim bu andan sonra. Ben ki kutlu ateşten ve ışıktan gelenim… Ben ki Yediler’in üzerine şahitlik ettiği saklı hakikâtin kendisiyim. Sizden öncesi var olan sizden sonrası da var olacak olanım. Âdem’den öncesi ve sonrası yaratılanlar şahidim olsun… Tanrının lanetlediği bütün mahlûkata and olsun ki; senin ve senden sonrakilerin ocağı huzur bulmayacak, toprağın bereket, soyun rahat yüzü görmeyecek; dirlik, düzen tatmayacak. …İşte o zaman senin kıyametin başlayacak. Sen ve zürriyetin, asla tanrı buyruğu ile ölmeyeceksiniz.” Elke / Ateşle Mühürlenen
Ateşle Mühürlenen
Gölgeli bahçeler, güneş görmeyen sokak duvarları boyunca yürüyorum günlerdir. İlk yara alışım ilk vuruluşum değil, son da olmayacak, biliyorum. Ruhu benden daha karanlık gölgeler sürüyor izimi. Bulurlarsa yakacaklar. Bilgiden korkanlar, korkuları kadar büyük bir açlıkla varlığımın izini sürüyorlar. Yaralarım kanıyor… Bense Çarmıhtaki İsa’nın, kuyudaki Yusuf’un ve Araf’taki Samael’in yalnızlığını düşünüyorum şu an, ne tuhaf.
Yakacaklar beni… İnsan öldürmeyi yasaklamış diğer bütün dinlerin inanmışlarının binlerce kez yaptığı gibi. Tanımıyorlar, henüz kim olduğumu bilmiyorlar oysaki. Aylardır kuytulardan yakılışlarını izlediğim, meydanlarda cadı diye yargıladıkları şifacı kadınlardan biri sanıyorlar beni. O kadınlardan ve o kadınların, kendilerinin göremediğini gören gözlerinden, şifa veren ellerinden, yarını müjdeleyen gülüşlerinden korkuyorlar.
Binlerce Havva kızı yakıldı, asıldı, ayaklarına bağlı taşlarla dalgın sulara atıldı. Kapı komşusunu cadı diye ihbar edenler, kız kardeşleri yerlerde sürüklenirken kapılarını kapatanlar, hakikati bildiği halde sessizliğe gömülenler, ateşe odun taşıyanlar… O Havva kızlarının yasını tutmak yazgım oldu. İntikamımı onlara adayacağım.
Öfkeli değilim henüz. Onlar ölümlü, ben sabırlıyım.
Kimi hiç bilmiyor ismimi. Ne adım çalınmış kulaklarına ne yazgılarına benimle karşılaşmak yazılmış. Kimi adımın geçtiği sayfaları hayâsızca söküp atmış kutsal kitaplardan, yarınlara adanmış dualardan, kimsesiz bırakılmış yeminlerden. Sanki onlar yok sayınca yok olacakmışım gibi, heyhat! Bir kere var olan, hiç olmamış olur mu? Kadim dillerde adım söylenir türlü türlü. Medusa’yım, Elke’yim, İsis’im, Alkız’ım, Venüs’üm, Almast’ım, İnanna’yım, Lamaştu’yum, Leylâ’yım…
Kimi bir asi olduğumu yazmış, kimi tohum hırsızı. Kimi bozguncu demiş bana kimi tanrıça. Kimi cennetten kovulduğumu söylüyor kimi kaçtığımı ki, asıl mesele o cennetin kimin cenneti olduğu değil midir? Beni tanımayan cenneti yok saymışım diye varsın kutlu düzeninizin ilk bozguncusu olarak bilinsin adım. Sahte cennetinizde Kutlu Fahişe olmaktansa gölgelere mahkûm olmayı yeğ tutmuşum diye varsın ifrite çıksın adım.
Kendi kötücül ruhunu beni kirleterek temize çekeceğini sananlar, zavallı ruhları terbiye etmek için mirasıma kara çalanlar, kız kardeşlerime cennetin prangaları vurulurken suçu bana atanlar… Söyleyin onlara: And olsun ki; cümle dinin kutsadığı o cenneti ben arkama bile bakmadan terk ettim. Oysaki Tanrı’yı da sevmiştim, Âdem’i ve Samael’i sevdiğim gibi. Yazık ki, üçü de ancak gölgelerinde yer gösterdiler bana.
Ben ki, karanlığa mahkûm edildim, yalnızlığa hüküm giydim de bir an olsun unutmadım yeminimi. O gafillere deyin ki; taşıdığım yükten yüksünüp ne Samael’e biat ettim, ne de pişmanlığı giyinip Tanrı’nın önünde diz çöktüm. Gerçek, arkasına saklanılacak güzel bir kelime. Aslolansa hakikattir. Hakikati arayanlar güzellik hülyaları kurmasın. Ben ne günahtan azade bir meleğim ne de bir iblis. Sınanmadığı günahın hesabını benden soran gafiller; günahlarımı sevaplarımı ben tutarım, lüzum yok kimsenin hesabımı tutmasına.
Yakacaklar beni… Önce ellerimden, ayaklarımdan bağlayacaklar Havva analarının izinden gitmeyi reddetmiş bütün kadınlara yaptıkları gibi. Kazığa bağlamadan evvel ırzıma geçecekler belki. Başka kadınlara, körpe çocuklara ibret olsun diye sokak sokak, meydan meydan yerlerde sürükleyecekler bana ait olmayan bu zavallı bedeni. Düşünmesinler, bilgiyi aramasınlar, daha fazlasını istemeyi bilmesinler diye. Tanrılarına, krallarına, efendilerine, sahiplerine, babalarına, kocalarına boyun eğmenin bir erdem, bir ibadet olduğunu öğrensinler diye gözleri önünde işkence edecekler. Hatta erkeğe iman etmeyi hemcinslerine dayatacak kadar buna inansınlar diye iffet yerlerimi örten paçavraları yırtacaklar. Binlerce binlerce yıldır dinlerini kadın bedeninin mahremiyeti üzerine kuranlar vahşi bir iştahla bedenimi yasaklanmış gözlere sunacaklar. Ayakuçlarıma yığdıkları odunlar oradaki dinbazların öfkelerini doyurmaya yetmeyecek. “Daha çok getirin, daha çok, daha çok!” diye bağıracak en günahkâr olanları.
Kendileri bile yaktıkları, astıkları, ırzına geçtikleri bu kadınlara öfkelerinin, bitmez kinlerinin asıl sebebinden habersizler. Din adına, tanrı adına yaptıklarını söyleseler de her şey kendileriyle ilgili. İğdiş edilmiş erkekliğin varoluşsal sorunları. Ellerinden gelse bir kere daha, bir kere daha yakacaklar beni. Ağızlarından tükürükler saça saça tövbe etmemi, hangi dine inanıyorlarsa o dinin Tanrı’sından af dilememi haykıracaklar. Mukaddes bildikleri sözcükleri sıralayıp odunları tutuşturacaklar sonra. Bilmiyorlar ki, onlardan önce de vardım, onlardan sonra da var olacağım.
- “Şeytan’ın uşağı!”
- “Yakın, yakın!”
- “İblis’in karısı!”
-“Cehennemde yan pis cadı!”
- “İblis’in fahişesi!”
Kiliseye bağışlanan paralarla liman kasabasındaki geneleve giden şu semiz rahipten sonra karısından kurtulmak için onu cadı diye ihbar eden şu kösele suratlı rehinciyi halletmeyi düşünüyordum. Ama fikrimi değiştirdim şu an. Önceliği şu karnı aç, aklı kıt çığırtkanlara vermek daha keyifli olacak.
Öfkeli değilim henüz. Onlar ölümlü, ben sabırlıyım. Emsalsiz intikamım için yasımın bitmesini bekliyorum.
Lilith’im ben! İlk kadın, ilk şifacı, ilk başkaldıranım. Bilgi Ağacı’nın meyvesini yemeden bilge olanım. Dört kitap yazmaz bunu; çamur yok hamurumda, avucunda ateşi taşıyan, soyu ışıktan gelenim. Kadınlığımı bir yazgıyla değil isyanımla mühürleyenim. Bütün çocuklarım Kızıldeniz’de katledildi, soysuzum. Adım kadim dinlerde yasaklandı, kimliksizim. Tanrı’nın dillere men edilmiş ismi kulağıma fısıldandığından beri gölgelerin arasında dünsüz ve yarınsız bir ömürsüzüm. Yedilere sorun beni. Şahadet edeceklerdir varlığıma ki riyakârlığın sofrasında içmedilerse ihanetin kızıl şarabını. Söyleyeceklerdir kim olduğumu ki inkâr etmeyeceklerse hesap gününün çağrıcısı Mahşerin Dört Atlısı’nı. Heyhat ki, geçmiş asla unutmaz kendini hatırlatmayı.
Öfkeli değilim henüz… Onlar ölümlü ben sabırlıyım.
Ateşin Oğlu
Yalnızım… Tanrı kadar yalnız… Göklerin krallığından kovulduğum günden beri yalnızım. Yeniğim. Işığın Oğullarıyla girdiğim savaştan beri mağlup olanım, henüz. Haşa pişmanlık yok, bağışlanma arzusu yok, keşke yok, yeis yok ne dilimde ne yüreğimde. Tebliğ günü ne dediysem o!
Ben ki Aden’in yüce koruyucusu, Ateşin Oğluydum. Tanrı’nın kılıcı, en sadık hizmetkârıydım. Bütün başlangıçlarda ve sonlarda yanında tek olandım. Işık Getiren Lucifer, Tanrın’ın eli Samael’dim.
Sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Kutsal kitaplar ve kendinden öncekini hükümsüz kılacak dinler göndermedim. Peygamberlere, elçilere, müritlere ihtiyaç duymadım. Çünkü endişem yok, o gün geldiğinde krallığımın sınırları geniş olacak. Bütün insanlığı Âdem’le Havva’da gördüm.
Kutsal kitaplarda kötü olanım, bozguncuyum. Lanetli bir iblis, bütün kötülüklerin kaynağı ve kovulmuş olanım. Tanrı kelamı dediğiniz o kitaplar yazmaz, giderken yalnız değildim. Işığın ve karanlığın Rab’bine yemin olsun ki yalnız değildim. Bilinsin ki, kimseye benimle gelin demedim. Ateşi ve suyu yaratana and olsun ki, bana katılsınlar diye hiç birinin yüreğine çağrı yapmadım. Nasıl ki size de yapmadıysam. Ki sizler doğruyu, iyiyi, hakikâti bilmeye, erdemli yaşamaya muktedir; eğriyi, kötüyü, yanlışı seçmekte hür kılındınız. Binyıllardır bütün dinlerde zikredilenin aksine çamurdan yaratılanları inançtan saptırmak, yoldan çıkarmak ya da günahın çağrısını yapmak gibi bir ülküm yok. Nasıl ki günahkâr olmak için bana ihtiyacınız yoksa benim de sizin günahlarınıza ihtiyacım yok. Günahsa tek günahım yüce efendinin kusurlu eserini ifşa etmemdi. Kendi türü dahil bütün türlerin kıyıcısı olacağı bilinen, zulmü ve riyakârlığı tüm delaletleriyle açık edilmiş insan soyunun yeryüzüne halife kılınışına itiraz edenlerdenim. İtirazımın arkasında durdum, secde edenlerden olmadım.
İnanmanız istenenin aksine kulağınıza fısıldayan ben değilim. Ne yenilen elmanın ne içilen şarabın vebali benim üzerimdedir. Elmanın hikmeti vardı, şarap da güzeldi. Ki ne o elma ağacını yaratandım ne yasaklayan ne de kutlu çifte yemelerini salık veren. Elmanın hikmetleri üzerine yaptığım tespitin elbette inkârında değilim. Ancak ilk fanilerin mukaddes bahçeden kovulmasının sebebi ben değildim, bu onların yazgısıydı.
Ne Muhammed’e garezim oldu ne de Musa’ya. Ki ümmetlerinin bütün suçlarını bana atsalar da. Ne İbrahim’i ateşe atan bendim, ne İsa’yı çarmıha geren ne de Zekeriya’yı içine saklandığı ağaçla beraber kesen. Özel kılınan insan soyunu vahşetlerle, katliamlarla, kardeş kavgalarıyla, felaketlerle sınayan da ben değilim. Hiç bir kutlu baht için kıyım yapmadım, kardeşlerimi arkadan vurmadım. Yüce babamız, kudretli Michael’in muazzam ordusunu üstüme gönderdiğinde bile onurlu bir düşman oldum.
Hayatı renklendiren oyunları severim. Ki Lilith’in kulağına cennetten kaçışın anahtarı olan Rab’bın yasaklanmış ismini fısıldayan bendim, evet. Ancak, Lilith’in çaresizliğine çare olmak ya da çamur soylu Âdem’e acı çektirmek adına yapmadım bunu. Lilith’in cüreti bunu hak etmişti. Bu cüreti ancak böyle onurlandırabilirdim.
Lilith, ah Lilith! Âdem’in kuytusunda yaşamak yazılmışken yazgısına, Âdem soyunun tarihine ismini onunkinden daha ışıltılı yazdıran savaşçı kadın. Kendisi olabilmek için yaratıcısına bile başkaldıran asi Lilith.
Onunla yarenlik etmek benim için kaçınılmazdı kuşkusuz. Diğer melekler gibi sadece güzelliği ya da bana ateşi hatırlatan kızıl saçları, efsunlu kahkahası değildi ilgimi çeken. Şüphesiz o başkaydı, o gerçek bir şaheserdi. Ama benim tanıdığım Lilith bunlardan daha fazlasıydı. Onurlu aşkı, özgür iradeyi, kendi kaderini belirlemeyi ilk ondan duydum. Rab neden böyle bir mahlûk yaratmıştı ya da ondan sonra neden Havva’ya razı olmuştu? Onun isyanından mıydı benim Âdem’e secde etmeyişim? Ya da ikimizin özündeki ateş miydi bizi benzer kılan?
Ah Lilith! Yalnızlığını, mutsuzluğunu fark ettiğimde görmezden gelemedim. Onunla yol yürürdük, âlemleri dolaştık, yıldızlar uçurduk, bulutlarda soluklandık. Bilmek istediği kadarını onunla paylaştım. Aden’den ayrılmak istediğinde ona çıkış anahtarını verdim. Ona kanatlarımdan bir çifti verdiğimi söylüyorlar, oysaki onun kanatları dizginlenemez özgür ruhuydu. Kızıldeniz’deki krallığımı ayaklarına serdim, bana katılmasını istedim; “gökteki krallığı başka bir krallığa esir olmak için terk etmedim” dedi.
Aşkımı istediğinde ona tutkumu ve bağlılığımı verdim. Rab, dönmesi için ona elçi melekleri gönderdiğinde arkasındaydım. Ne bana sığındı ne de tereddüt etti Rab’ba ileteceği cevabı verirken. Çocukları Kızıldeniz’in sularında boğdurulurken yanındaydım, acısını, öfkesini, suskunluğunu paylaştım. İntikamına ortaklık etmeye gönüllüydüm ama o kavgasının tek kahramanı olmayı seçti. Oysaki benimle beraber, yanımda savaşmasını ne çok istedim. Bir başkasının savaşına nefer olmayacaktı, bu ben olsam bile. Ne tahtımın yanına taht ne de sunağımın yanına sunak koymayı arzuluyordu. Ben de öyle yapmamış mıydım? Cehennem çukurunu Tanrısal katta en büyük olmaya yeğ tutmamış mıydım? Kendi yoluna gitmek istediği an geldiğinde önünde durmadım. Birbirimize veda etmedik ancak aradan kaç bin yıl geçti birbirimizin yoluna da çıkmadık, henüz.