Hepimiz Habil ve Kabil’in hikayesini biliriz. Zalim ile mazlumun mücadelesi. Rivayet edilir ki insanların bir kısmı Habil bir kısmı ise Kabil’in soyundandır ve zalim ile mazlumun mücadelesi kıyamete kadar sürecek ve mazlum, bir kenara çekilip zincirlerinin acısını unutmaya çalıştıkça zalim hep galip gelecek.
Kimileri için böyle olduğu da doğrudur ama bir de tarihin asi çocukları, yeryüzünün lanetlileri vardır ki işte onlar Kabil’in uykularını kaçıranlar, zulmün karanlığına bazen bir kibrit çakarak bazen de kendi bedenlerini ve ömürlerini meşale yaparak meydan okuyanlardır. Kimi zaman zayıf ya da cılız görünse de, kimi kısa sürse ve kanlı bastırılsa da o isyan ateşi hiç sönmez, mutlaka yeni ışıklar ortaya çıkar.
Kimi zaman Spartaküs, Börklüce Mustafa, ya da Deniz’dir isimleri; ama hepsi aynı kaynaktan doğmuş pınarlardır. Onlar ki ‘’Duyduk ki Mustafa huruç eylemis.Bu isler duyulur da durmak olur mu?’’ diyerek zalimin serin uykularını cehenneme çevirmişledir.
Bir Afrika atasözü ‘’ Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız,’’ der. Doğrudur, bize tarih diye sunulanlar, hep firavunların, şahların, padişahların, diktatörlerin başarılarıyla doludur ve onların zulümlerine başkaldıranlar hep şaki, çapulcu, başı ezilmesi gerekenlerdir. Onlar kutsal olana baş kaldırmıştır. Öyle ya hesap vermezlere hesap sormak kimin haddinedir, onlar yalnızca Tanrı’ya hesap verirler.
Oysa tarih dediğimiz, haklı ile haksızın, egemen ile halkın savaşıdır ve “Tarihi her zaman kazananlar yazar,” sözüne inat, tarihin asıl yazanı da sahibi de halktır. Egemenler isim ve cisim değiştirir, her dönem farklı kılıklarda, farklı isimlerde çıkar karşımıza ama halk hep aynıdır.
Bugün de öyle değil mi? Dünyanın her yerinde zulme direnenler bedeli her ne ise ödeme cesaretini göstererek zalime kafa tutmuyorlar mı? Bir de ne yazık ki her şeyi birlikte yaptık ama aradan sıyrılalım diye fırsat kollayanlar, aman kırbaç bize değmedi diye içten içe sevineler var. Pir Sultan’ın dediği gibi, ‘’ Şu kanlı zalımın yaptığı işler // Garip bülbül gibi zar eyler beni // Yağmur gibi yağıyor başıma taşlar// Dostun bir fiskesi yaralar beni.’’ İşte asıl acı olan bu suskunluktur, dostu o meydanda yalnız bırakanın vefasızlığıdır. Belki de asıl zulüm budur. Oysa insan yalnız konuştuklarından değil sustuklarından da sorumludur.
Zalim bilir, eğer sesi daha yüksek çıkanı susturursa diğerleri nasıl olsa lal kesilecek. Oysa direniş bir türküdür ve hep bir ağızdan söylenirse güzelleşir. Harmanı birlikte sürmek, ağı denizden hep birlikte çekmek gibi sefada da cefada da bir olabilmektir.
Her mücadele güzel günlere duyulan umutla beslenir ve bir ağaç gibi kök salar bugünden geleceğe. işte o umut duvara çarpınca dağılana, yolda yalnız bırakıp gidene değil en çok kalana yakışır.
Unutmayın, tarih sadece zalimi ve mazlumu değil, o meydanda kalanı da bırakıp gideni de yazacaktır.