Kadın sokaktaydı, (kent, kasaba gibi yerleşim yerlerinde, iki yanında evler, dükkanlar bulunan, caddeye göre daha dar ve daha kısa olabilen yol) suç olmadığı için, gece güneşin batışından günün ağarmasına değin geçen sürede, insanlar tarafından zamanın bölünmesi için kullanılan zaman dilimlerinden biri olan 01.00’da, yani yine insanlar tarafından geç diye kabul edilen bir anda yine suç olmadığı için yürüyüp evine gidiyordu.
Aynı anda ve aynı mekanda bir erkek, suç olduğu halde kadını taciz etmiş ve kadın, bunun suç olduğunu bildiği için durumu polise (halkın can ve mal güvenliğini korumakla görevli kolluk gücü) bildirmiş ve zanlı, karokala getirilip ifadesi alındıktan sonra savcı (devlet adına ve yararına davalar açan, kamu haklarını ve hukukunu yerine getirmek üzere yargıç katında sanıkları kovuşturan görevli) olayı incelemiş, sonrasında tacize uğrayan kadına ‘’Ben de kadınım, neden beni taciz etmiyorlar’’ diye çok merak uyandıran bir soru sormayı da ihmal etmeyerek, her şeye rağmen sanığı mahkemeye (bir yargıç veya bazen savcı ve yargıçlardan oluşan bir kurulun yargı görevini yerine getirdikleri yer) sevk etmişti. Hakim (mahkemelerde çalışan ve hukuk kuralları çerçevesinde kalarak herhangi bir konuda karar alınmasını sağlayan kişi) davayı inceledi ve sanığın (suçlu sanılarak hakkında ceza davası açılan) beraatine karar verdi.
Çok mu uzun yazdım sizce, hep duyduğumuz şeyler değil mi yazdıklarım? Birileri, suç olmadığı halde sokakta yürürken suç olan bir olaya maruz kalıyor ama bay yargımız (erkek yargı olduğu için bu sıfatı kullandım) sanki o saattte bir kadının ev dışında olması suçmuş ve tacizi hak ediyormuş gibi davranmaktan imtina etmiyor. Sonra aynı bay yargıç, eve gidip verdiği kararın gönül rahatlığıyla başını yastığa koyup derin bir uyku çekebiliyor.
Bu ülkede yaşanan tüm cinayet ve tecavüzlerden; buna ön ayak olan, kadın ve erkeği eşit saymayan, suçluyu korumak için yargıyı oyuncağa çeviren, olumsuzluklara göz yuman, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye susan, korkusunun esiri olan, “Onun da orda o saatte ne işi varmış,” diyen, bazı mekanları kimi zaman dilimlerinde kutsallaştırıp oraların kölesi olan, “Yanlış ama yanlışı yapan bizdendir,” deyip sineye çeken herkes tepeden tırnağa suçludur. Evet, evet size söylüyorum sayın failler, öyle sağınıza solunuza bakmayın. Hepinizin elinde küçücük çocukların, gencecik kadınların kanı ve yaşanamamış hayalleri var.
Küçücük çocuklar yandılar “bizden” diye ses çıkarmadınız, tek tek ya da topluca tecavüze uğradılar; başınızı çevirdiniz, çığlıklarını duymadı ne kulaklarınız ne de yüreğiniz.
Çürüdünüz, çürüdükçe kendi iğrençliğiniz göze batmasın diye her şeyi çürüttünüz ve ne yazık ki sizi durdurmaya gücümüz yetmedi. Çünkü o kadar çok o kadar güçlüydünüz ki her seferinde duvara çarptık. Birkaç küçük başarı bile çok önemli oldu artık bizim için. Oysa biliyorduk kasabın gücü kurbanın sessizliğindendir.
Yaşanan her hukuksuzlukta bir kere daha irkilen ama bir gün sonra unutan toplumun iğdiş edilmiş hafızasıydı sizi bu kadar pervasız yapan. Bir de her koyun kendi bacağından asılır diyen atasözü. Oysa biz koyun değildik ve öyle kendi başımıza kalmaya da niyetimiz yoktu. Bu nedenle birbirimize omuz vermeye, birbirimizin sessiz çığlıklarını duymaya, yaralarımızı sarmaya, düşenimizi kaldırmaya ve yumruklarımızı vura vura o köhnemiş duvarlarınızı yıkmaya kararlıyız. Mini eteğimizle, türbanımızla, şortumuzla, topuklu ayakkabımızla, rujumuzla; genç- yaşlı demeden, bekar, evli, hamile... Dans ediyoruz, sizin sadece kendinize hak saydığınız saatlerde sokaklardayız.
Karanlığınızı sona erdirip gelincik misali narin; ama güçlü, rengarenk bir bahçeye çevireceğiz dünyayı.