Kitabın adını duyunca ikilemde kaldım. Esra Kahraman, romanında gözleri olmayan bir tür Meksika tetra balığını mı anlatıyordu, yoksa kör bir mağarada yaşamaya direnen balıkları mı?

Meksika’da mağaralarda yaşayan balıklar görme ihtiyacı taşımadıkları için, göz çukurları olmasına rağmen evrimleşerek gözlerini yitirmişlerdi. Bunu, evrim teorisinin de kanıtı olarak gösteren yazılardan biliyordum. Ancak bizim ülkemizde, bizim insanımıza -hâlâ da dayatılan- kör karanlığa ölümü pahasına direnenler yaşıyordu. Kör karanlık her yaştan, şehirli köylü ayırt etmeden, okuma yazma bilmesi gözetilmeden, cinsiyeti ayırt edilmeksizin herkesin korkulu kâbusu uzun süredir. Ne zaman mı başladı bu kâbus? Ceyhun Atuf Kansu Bit şiirinde “…daha eskilerden” diyor, “Sarıkamış’ta seferberlikten aldı”…  O insanların kavgacı, ilerici, devrimci olmaları gerekmiyor, haktan hukuktan hatta adaletten söz eden herkes için geçerli.

Askeri ve siyasi darbelerden geçilmeyen ülkemizde, herkesin hemen sıraladığı iki darbe var. Biri 12 Mart, öbürü 12 Eylül. Her ikisinde de “bizim çocuklar”, yani emperyalist dünya yanlıları giderek yükselen ilerici, devrimci dalgaya engel olmayı başardı. Ancak her iki darbe sırasında da, sonrasında da verdiği haklı mücadeleyi savunan, çözülmeyip direnenler oldu, egemen erkin gözünü korkutan. İşte, Esra Kahraman, o direnenleri anlatıyor. Sizce Ahmet’tir, Mehmet’tir, Ayşe’dir, Fatma’dır; yazarca Civan’dır, Sude’dir onlar. Yaşadıkları ister “5 numaralı”da, ister Mamak’ta, isterse Metris’te olsun aynıdır, aynı işkencedir: insanlıktan çıkmış gaddar işkencecilerin karaktersizliğinde öldüresiye… İnsan, insanlığından utanır, bırakın yaşamayı, anlatırken bile…

Her hayat kendi ölümünü doğurur 

Çal’da (siz onu DAL olarak okuyun) “her hayat kendi ölümünü doğuruyordu ve canlıları birbirine zincirleyen tek hakikatti ölüm. Ama eşit koşullarda can çekişmiyordu hayat.” “Umuda, sevince, sevgiye, hüzne açılan sayfalar Çal’da sonlanacak ya da belirsizliğin içinden yepyeni başlangıçlar boy verecekti” diye başlıyor anlatısına yazar. Sonra ilmek ilmek örüyor, genişletiyor, yayıyor, hepimizi içine alacak denli genişletiyor. Alabildiğine yumuşak ve esnek dili var Esra Kahraman’ın. “…kan, ter, dışkı, küfün yanı sıra korkunun kokusu”nu anlatıyor. O koku, burun direğinizi sızlatacak, çevrenizdeki her şeyde hissettirecek, silmeyle yıkamayla giderilemeyecek kötü bir koku. 

O kokuyla yaşamaya zorlananların ardında bıraktıkları “insan taşımak kadar dert taşımakta da ustalaşan isyanlarının somutlaşması olan gözyaşlarıyla kadınlar”ın direnmesini unutmamak gerekir. Sessizlik kabullenmekse, içeride dışarıda, nerede olursa olsun, insanlar haksızlığa, zulme, baskıya, işkenceye karşı ses çıkarıyor… Sözlerini içlerinde tutmayan, o ağır yükü taşımak istemeyenler egemen erkin farz olarak dayattığı suskunluğu deliyor. Deliriyor, ama deliyor muhakkak.

İnsandır insanın dermanı…

“Söz yalanı, yazı aldatmacayı, insan hepsini içerirdi. Çoğu insanın, kutsal olan her şeyi günahlarını aklamak, kötülüklerini gizlemek için kullandığını” söylüyor, anlatısının çeperlerini genişleten Kahraman. Belli ki ince eleyip sık dokuyarak yazmış. Belli ki içinde hissetmiş o yaşananları. Belli ki kapısına geleni -düşmanı da olsa- geri çevirmeyen bir geleneğin, bir kültürün ucundan tutmuş. Belli ki insanın en yoğun duygularını anadilinde dile getirdiğinin farkında. Belli ki diliyle yargılamamış insanları, değerlerini. Belli ki sevginin karşıtının nefret değil umursamazlık olduğunun bilincinde.

Ahmed Arif, “nerede olursan ol, içerde, dışarda…” diyor ya… Esra Kahraman da içeriden dışarıya “Kuşlar kanatlarının renkleriyle konuşurlardı; mavi barışı, yeşil baharı, kırmızı devrimi, mor özgürlüğü, turuncu sevdayı, sarı ihaneti, pembe çocukluğu, beyaz ölümü, kanadı buz tutan kuşlar ise tutsaklığı simgelerdi” cümlesiyle betimlediği yaşamı taşıyor.

Bunca romanın, anlatının arasından duygularının yoğunluğuyla sıyrılıyor Esra Kahraman’ın “Kör Mağara Balıkları” romanı.

Kör Mağara Balıkları
Esra Kahraman
Roman
Ayrıntı Yayınları
2021, 353 s.

Bu yazı siyasihaber.org'ta yayımlanmıştır