Kimi yazılar zor başlar. Bu da bunlardan biri. Neresinden tutup söze nasıl gireceğimi bilmiyorum. Yazmak istemediğim ama “yazmazsam içimde kalır” dediğim yazılardan. Şöyle anlatmaya çalışayım: Geçtiğimiz haftanın en büyük tartışmalarından birine müdahil olmak, bilip bilmeden herkesin fikir yürüttüğü bir meselede söz söylemek istemiyorum ama bir yandan da aklımdakileri okuyucuyla paylaşmak, kendi kendime kurduğum cümleleri bu sayfalara sabitleyerek tarihe not düşmek gerekliliğini hissediyorum -ki yıllar sonra dönüp baktığımızda, “böyle de bir tartışma vardı” diyebilelim. Kim bilir, belki de bu tartışmayı unutmak, unutturmak daha doğru; bunun böyle olmasını isteyenler de vardır belki ama her şeyi her koşulda hatırlamak, hatırlatmak, hafızayı her dem diri tutmak için yıllardır çabalayan biri olarak bu bana doğru gelmiyor.
Baştan alayım: Erkan Oğur, bir şarkıda İbrahim Kalın’a eşlik etti. Kalın’ın sözünü ve müziğini yazdığı, bizzat seslendirdiği “Hiç Oldum” adlı şarkı bu. Kimilerine göre türkü. Poll Production tarafından yayımlandı ve sonrasında kızılca kıyamet koptu. Birileri, şarkının düzenlemesini Erkan Oğur’un yaptığını söyledi ama künyeye bakarsak, Oğur, bu şarkıda Kalın’a gitar, e-bow ve kopuz çalarak eşlik ediyor. Edebilir, hakkıdır. Olaya salt müzik olarak bakmıştır, şarkıyı sevmiştir, çalmak istemiştir... Müzik dışında bir şey aklına gelmemiştir. Düşündüğü son şeyin para kazanmak olduğundan ve hatta bunu hiç düşünmediğinden eminim. Böyle bir insan çünkü. Müziğin kaydedilemeyeceğini savunan, her çalışında farklı çalan, tam da bu yüzden bütün konserlerini izlemek istediğimiz bir müzisyen. Onun için “asri çağların dervişi” dersek yanlış olmaz. Yaptıklarıyla bir değil birkaç kuşağı etkileyen, dinleyicilerinin kalbinde taht kuran ve bugüne kadar onları hiçbir şekilde hayal kırıklığına uğratmayan bir insan. Dikkat: Bugüne kadar…
Bu noktada, baş tacı ettiğim, müziğine bayıldığım, en az 35 yıldır dinlediğim, bunun son 15 yılında hakkında pek çok yazı yazdığım bu şahane müzisyenin, attığı son adımla beni çok üzdüğünü söylemek durumundayım. Neresinden bakarsam bakayım, olmuyor. Anlamak istiyorum, aklım yetmiyor. “Müzik” diyorum, “birleştirir” ama sonra dönüp bakıyorum, birleştiği insan kutuplaşmanın yaratıcılarından. Yaratıcısı olmasa bile bunu savunan isim. Herhangi birinden değil, İbrahim Kalın’dan söz ediyoruz: Sosyal medya hesaplarında kendini “Rumeysa, Dilruba ve Yaren’in babası” olarak tanıtıyor ama aktif olarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olarak görev yapıyor. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Başkan Vekili ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı. Şöyle anlatayım: Bugüne kadar eleştirdiğimiz ne varsa hepsini savunan, bizi ikna etmeye çalışan, zaman zaman “öyle” olduğunu bildiğimiz şeyleri bile “o öyle değil aslında böyle” diyerek hedef şaşırtan bir isim. Başdanışmanlık itibariyle Cumhurbaşkanının attığı bütün adımları öncesinden bilen, yanlış bile olsa bunları kabul eden ve savunan ya da savunmak durumunda olan biri. Türkiye’deki kutuplaşmanın sorumlularından. Sorun, AKP’li olmasından öte burada. Erkan Oğur’u onun yanında görmek, tam da bu yüzden insanın canını yakıyor. Bugüne dek kutuplaşmanın yanından bile geçmeyen, sadece müziğiyle değil yaptıklarıyla da bunun tam tersi bir yolda ilerleyen, insanları ve fikirleri ayırmadan, ayrıştırmadan kendini müziğine vakfeden bir insan nasıl olur da böylesi bir insanın yanında durur? “Müzik birleştirir” sözü bu noktada geçersiz, zira birleştirmeyenle, bunu bilinçli yapanla birleşilmez.
Sağdan ve soldan gelen tepkiler, yukarıda yazdığım son cümleyi doğrular nitelikte. “Artık Erkan Oğur dinlemeyeceğim”lere karşılık kurulan cümle çok vahim: “Bundan sonra Erkan Oğur dinleyeceğim.” Bu cümleyi kuranlar, çok değil, bundan yedi yıl önce onun konserlerini iptal edenler ya da iptal kararını alkışlayanlar… Erkan Oğur, her yerde müziğini yaptı. Dinleyicisine ulaşmak için sahneye çıkacağı zamanlarda “konseri şu düzenliyor, bu düzenliyor” demedi. AKP’li belediyelerin düzenlediği konserlere de katıldı. Peki ne oldu? Kurduğu bir cümle yüzünden konserleri iptal edildi. O cümleyi de o kurmamıştı zaten. Kurabilirdi ama… Eleştiriye tahammülsüz olanlar, buna bile bakmadan konserlerini iptal ettiler ve ona saydırdılar. Bugün, bu insanlar, “artık Erkan Oğur dinleyeceğim” diyorlar.
Erkan Oğur, bugün sanki ilk kez iktidara yanaşıyormuş gibi görünse de aslında uzaklarında değildi. Bunu çoğu insan fark etmedi çünkü bugün Oğur’u “bir daha dinlemem” diye eleştirenler, bir kere olsun AKP’li belediyelerin yaptığı işlere bakmıyor. Bakmaları gerekmiyor elbette ama baksalar, görecekleri bambaşka. Yanlarına aldıkları, “bizden” dedikleri nice isim aslında bu gibi işlere “hayır” demiyor. Buradan ilerlersek tartışma bambaşka bir yöne evrilir; bu yüzden ben, son örnek üzerinden ilerleyeyim ve az önce “çok vahim” dediğim cümleye geleyim: Pek çok insan, sosyal medya hesaplarında “artık” Erkan Oğur’u dinleyeceğini ilan etti. Bugüne dek görmedikleri, yok saydıkları, “solcudur, dinlenmez” dedikleri insanı, bir anda baş tacı ettiler. Onu, “terör örgütünün grubuna çalıyor” diyerek eleştirenler, bugün, İbrahim Kalın’la yan yana durduğu için üzüldüğümüzü söylediğimizde bizi ayrımcılıkla suçluyor. Bilhassa son yıllarda ve özellikle sağ cenahta “bizden değilse dinlemem (ya da okumam/izlemem/görmem)” anlayışı hâkim ve bu, en sevimsiz, en tehlikeli bakış açılarından biri. Kutuplaşmanın başlıca göstergesi. Erkan Oğur’u eleştirmemize “kutuplaştırıyorsunuz” diyerek saldıranlar, sonraki cümlelerinde “artık dinleyeceğim” diyerek insanları kutuplaştırıyor.
Bir kere daha tekrarlayayım: Erkan Oğur’u İbrahim Kalın’la yan yana görmek beni üzdü. Çok üzdü üstelik. Sebebini yukarıda anlatmaya çalıştım. “Siyasetler üstü” olarak konumlandırdığımız bir isim, karşısında olduğumuz siyasetin en önemli isimlerinden biriyle yan yana gelince olmuyor. İnsanın kalbi çiziliyor. Bu, öncesinde tartıştığımız ve kıyasıya eleştirdiğimiz Mazhar Alanson, Özdemir Erdoğan, Orhan Gencebay, Yavuz Bingöl gibi isimlerin yaptıklarına benzemiyor. Saf değiştirenler, safı başından beri belli olanlar ya da çıkar uğruna iktidara yanaşanların yanına Erkan Oğur ismini koymak, bana acımasız geliyor. “Artık dinlemem, sildim onu” diyenleri bu noktada haksız buluyorum -ki Oğur, Cuma günü Independent Türkçe adına onunla konuşan Ali Kemal Erdem’e verdiği röportajda, safını değiştirmediğini ve bu tarz eleştirilerin onu üzdüğünü açık açık söylüyor.
Oğur, röportajında, kendisine eşlik etmesi için telefon eden İbrahim Kalın’a “Benim için bağlama çalıp halk müziği seven İbrahim’siniz. Tabii ki çalarım” dediğini söylüyor. Yukarıda bir yerde yazdığım anlamama, anlayamama hâli bende bu noktada devreye giriyor. Ne olursa olsun, İbrahim Kalın, benim için, karşısında durduğum bu iktidarın sözcüsü ve canımızı yakan nice olayda çıkıp olayların faillerini savunan ya da haksızlıkları görmezden gelen insan. Rolü bu. “Ama türkü seviyor, türkü söylüyor” demem mümkün değil. Bu, Kenan Evren’i “ama resim yapıyor, sanat seviyor” diyerek normalleştirmekle eşdeğer. Gençlik yıllarımda gittiğim Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerinin büyük kısmını Kenan Evren’le aynı salonda izledim. Neredeyse bütün konserlere gelirdi. O dönemki aklımla bile ona en ufak bir sempati duymadım. Bu yüzden, sanat meselesi üzerinden İbrahim Kalın’a sempati duymam da mümkün değil. Ayrıştıran, kutuplaştıran, bunu normalmiş gibi ve canı acımadan yapan bir insanı sempatiyle anamam, yanında duramam. Bunun için Erkan Oğur’u anlamıyorum. Kalp kırıklığım, tam da bu yüzden. Bunu benim arızam olarak da nitelendirebilirsiniz elbette. Varsın öyle olsun, ben bu arızamla yaşamaya devam edeceğim.
Bu noktada, Erkan Oğur’u hâlâ çok sevdiğimi, her koşulda dinleyeceğimi, bu tarz adımların bunu etkilemeyeceğini söyleyeyim -ki yine röportajında kurduğu şu cümlelerle aslında yaptığının farkında olduğunu dile getiriyor: “İçimin bir köşesi cız etmişti, benim ne işim var diye. Belki benim de hatam olmuş olabilir, böyle bir şeyi kabul etmek. Ben sadece müzik tarafına baktığım için çalmakta pek sorun görmedim. İnsanlar başka taraflara çektiler. Beni tanımadıkları için. Ben bugünkü iktidarı, hükümeti politikaları nedeniyle tasvip eden biri değilim. Benim Saray ve kendi menfaati için müzik yapan birisi olduğumu ifade edenler oldu. Tersine Saray'ın verdiği ödülü kabul etmemiştim. Cumhurbaşkanı Müzik Ödülü'nü kabul etmemiştim.” Yine de bütün bunlar, üzülmemi engellemiyor.
Biraz kişisel bir yazı oldu belki bu ama içimdekileri söylemesem olmazdı. Erkan Oğur hakkında böyle bir yazı yazmayı kendimde hak görüyorum çünkü bu yola girdiğimde yazdığım ilk yazılardan biri, “Bir Ömürlük Misafir” üzerine yazdığım küçük kritik. Ankara’da Alper Fidaner ve Metin Solmaz’la Müzük dergisini çıkartıyorduk, albüm yeni yayımlanmıştı ve kaseti büromuza geldiği anda girdiği teypten uzun süre çıkmadı. Erkan Oğur adını Mazhar Fuat Özkan’ın “Ele Güne Karşı Yapayalnız” albümünde duydum; Ankara’ya gittiğim yıllarda Dost Kitabevi’nden aldığım Çekirdek Sanatevi kasetleriyle onu tanıdım; Janet&Jak Ensemble’den Telvin’e içinde bulunduğu ya da bizzat oluşturduğu projeleri heyecanla takip ettim; Bülent Ortaçgil’den Civan Gasparyan’a, Mozaik’ten Sezen Aksu’ya, İlhan İrem’den Zülfü Livaneli’ye eşlik ettiği isimler ve onlara yaptığı katkılarla heyecanlandım. Mesaim uzun. Bunun hatırına, sitemimi dile getirmenin yanlış olmadığını düşünüyorum.
Telvin’i anmışken, Turgut Alp Bekoğlu ve İlkin Deniz’le kurduğu bu topluluğun, adını tasavvuftaki bir düşünceden aldığını söyleyeyim. “Renk, renkler” anlamına geliyor, “hâlden hâle geçme”yi anlatıyor ve rengin tonları, kendi içinde değişirken insanın değişimindeki durumu tasvir ediyor. Erkan Oğur’a göre Telvin, bir yolculuk. Sonu, temkim yani hiçbir zaman ulaşılamayacak bir nokta. Bunu “kararlılık” olarak nitelendirmek mümkün. İstanbul Caz Festivali’nin 25. yılında festival sahnesine konuk olan Erkan Oğur için bir yazı yazmış, Telvin bahsi üzerine şu cümleleri kurmuştum: Erkan Oğur [temkim noktasına] ulaşma çabasında ve adımlarını buna göre atıyor. Her adımında yeni bir “hâl”e ulaşması bundan. Ulaşamayacağı tek hâl “kararlılık”. Tam da bunun için bugüne kadar yaptığı hiçbir çalışma tam anlamıyla onun değil.
Erkan Oğur hâlden hâle geçerken onu görmek istemediğim tek noktaya da uğradı. Bunu müzik adına yaptığı muhakkak ama beni yaraladı. Bu yara zaman içinde kapanır, ara ara hatırladıkça sızlar belki ama Erkan Oğur’a bakış açımı, onun müziğinden aldığım zevki, müziğine olan tutkumu değiştirmez. Bu böyle bilinsin. Eleştiri hakkım baki ama şu noktada onu acımasızca eleştirmem ya da silmem mümkün değil.
Bir şey daha: Birkaç gündür Erkan Oğur’u konuşuyoruz ama “Hiç Oldum”da kemençe çalan Derya Türkan’dan hiç söz etmiyoruz. Kendi adıma, onun ismini de orada görmenin en az Erkan Oğur kadar beni üzdüğünü söyleyeyim. Onu neden konuşmadık, bilmiyorum ama bünyeye, hele hele böylesi günlerde iki üzüntü fazla.
(Bu yazı Gazete Duvar'da yayımlanmıştır)