Son günlerde, gerek öğretmen kökenli bakan olması, gerek Atatürk ve Atatürkçülükle ilgili yaptığı açıklamalar, son olarak da mevcut eğitim politikalarından hararetli bir biçimde şikayet etmesi ile gündeme gelen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, başta öğretmenler olmak üzere her kesimden insanlar, hatta hükümete uzak kesimler tarafından da takdir edilmekte, adeta Hükümet içinde muhalefet bir kişi olarak eğitim sistemindeki sorunları düzelteceği inancıyla itibar görmektedir.
Eğitim (iki nokta üst üste): Kasıtlı ve istendik davranış değiştirme süreci.
Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli Eğitim Bilimcilerinin başında gelen merhum hocam Prof. Dr. Yahya Kemal Kaya’nın önerisiydi bu. Kendisi de her derste, dersin başında bu tanımı mutlaka yapar, öğrencilerine de tavsiye ederdi. O disiplinli ama babacan sesiyle, “Evlat nerede olursa olsun, eğitimle ilgili bir konuşma, tartışma, sunum, sohbet yaparsanız, işe mutlaka eğitimin tanımı ile başlayın” der ve kendisi de tanımı yapardı. Her defasında, tahtaya ya da başka bir yere yazıyor olsa bile iki nokta üst üstenin lafzını da söylerdi. “Eğitim (iki nokta üst üste): Kasıtlı ve istendik davranış değiştirme sürecidir.” Hoca bunu elbette boşuna yapmazdı, eğitim başlığı altında ortaya çıkan hiçbir sonucun, tesadüfen ya da kendiliğinde rastgele ortaya çıkmayacağının altını çizmek için bunu yapardı.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere eğitim yapmak; bile isteye, kasıtlı olarak, tasarlayarak, insan davranışlarını istenen yönde değiştirmek için etkinlikler planlama ve yürütme işidir. Yani hiçbir sonuç öylece kendiliğinden ortaya çıkmaz. Önce, istenen davranışları belirlersiniz. Sonra da bu davranışlara ulaşmak, için yapacağınız eylem ve etkinlikleri tasarlarsınız. Sonuçta, yahu ben şu davranışı hedeflemiştim ama onun yerine yanlışlıkla bu davranış yüklenmiş diye bir sonuç asla çıkmaz. Sadece hedeflenen davranışa ulaşıp ulaşmadığınızı, ne oranda o davranışın yüklenip yüklenmediğini değerlendirirsiniz.
Söz gelimi ben aslında “analitik düşünebilme davranışını” hedeflemiştim ama yanlışlıkla “sorgulayamayan, ezberci düşünme davranışı” ortaya çıktı diyemezsiniz. Ezberci düşünme davranışı ortaya çıkmışsa mutlaka birileri “ezberci düşünme davranışı” kazandırmayı istemiştir.
Peki bu “istenen davranışları” kim ister, bireylere kimin istediği davranışlar kazandırılır? Kanun yapıcı yasada bunu “milletin istediği davranışlar” olarak belirtmiştir. “Milli Eğitim Bakanlığı” denmesinin esprisi de buradan gelmektedir, milletin istediği davranışlar…
Sizin de aklınızdan geçtiği gibi “milletin istediği davranışlar” ifadesi, tamamen muğlak ve soyut bir ifadedir. Hoca “İnsan Yetiştirme Düzenimiz/ Politika-Eğitim-Kalkınma” adlı temel eserinde bunun cevabını ortaya net bir şekilde koymuştur. İstenilen davranışları belirleyen irade siyasi otoritedir. Baştaki tanıma dönersek, siyasi otorite istenen davranışları belirler, Bakanlık da bu davranışları kazandırmak üzere yapılacakları tasarlar. Kasıtlı olarak istenen davranışları değiştirme süreci başlar. Yani sözün kısası eğitimde irade siyasi otoritedir.
“Bizim Eğitimde kıyameti koparmamız gerekir.” Prf. Dr. Ziya Selçuk
24 Haziran seçimi ile geçilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” sonrası Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı, yoğunlukla şirket patronlarının yer aldığı kabinede, “sürpriz” olarak değerlendirilen isimlerin başında gelen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un yer alması, “heyecan verici” olarak sunuldu. Selçuk’un “eğitimci” kimliğinin öne çıkarılmasıyla, Türk Eğitim Sisteminin süregelen köklü çıkmazlarına mucizevi kalıcı çözümler getireceği yönünde ciddi bir beklenti ve umut algısı oluşturuldu. Bu algının Akp çevrelerinde karşılık bulması elbette anlaşılır bir durumdu, zira iflas eden eğitim politikalarına ilişkin kısa vadede çözüm umudu vaat etmek dışında yapabilecekleri çok da bir şey yoktu. Ancak yeni bakanın AKP politikalarından rahatsız çevrelerde, özelikle de Atatürkçüler arasında heyecan uyandırması, oluşturulmak istenen algının iktidar açısında doğruluğunu göstermektedir. Kaldı ki bu heyecan karşılık bulmuş ve bakanlık ilk icraatında Atatürkçülük konularını müfredata yeniden alarak bu heyecanı pekiştirmiştir.
Oysa AKP yeni rejimi, özellikle “4+4+4” yasası ile birlikte eğitim sistemi üzerinden inşa ettiğini ve yeni rejimin, “Dininin, dilinin, beyninin, ırzının, kininin davacısı gençlik yetiştirmek” şiarıyla şekilleneceğini bizzat açıklamıştı.
Bugün yeni rejimin yeni eğitim sistemi de “piyasa koşullarına uygun bireyler” yetiştirmek üzerine, kamunun eğitim vb. temel hizmet kollarından çekilerek, bu hizmetlerin büyük ölçüde özel sektöre devredilmesi biçiminde kurgulanmıştır.
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz- Türk atasözü
Yeni bir soluk, yeni bir umut diye sunulan bakanımız milli eğitimde bakan olarak yeni ise de, bakanlıkta aslında çok da yeni değildir. Her ne kadar sayın bakan kabul etmese de, resmi olarak olmasa da, AKP’nin yeni rejimi üzerine inşa etiklerini söyledikleri “4+4+4” yasasını hazırlayan ekibin içinde olduğu söylenmektedir.
Sayın Bakan Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle Mart 2003’te Milli Eğitimin plan, program ve stratejilerini yapan, milli eğitimin yasama organı niteliğindeki Talim Terbiye Kurulu’na Başkan olarak atanmıştır.
O sıralar, Toplam Kalite Yönetimi (TKY) uygulamasına geçilmesi süreci sancılı ve sıkıntılı geçerken, yeni Talim Terbiye Kurulu Başkanının kitabını da yazdığı “Çoklu Zeka Kuramı’nı” yürürlüğe koyması ve öğrenci merkezli eğitim anlayışına geçiyoruz söylemiyle, TKY üzerinden yapılamayan ders geçme ve disiplin mevzuatlarındaki değişiklikler Çoklu Zeka Kuramı üzerinden yapılmıştı. Her iki mevzuatta öğretmenlerin aleyhine değiştirilerek bugün velilerin müşteri, öğretmenleri de para toplayıcısı haline getiren TKY uygulamalarının hayata geçmesi sağlanmıştı.
Sayın Bakan, yine Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı sırasında; bugün tüm öğretmenlerin ittifakla karşı çıktığı, “öğretmenlerin performans değerlendirme” uygulamasının temeli olan, kamuoyunda “apolet yasası” olarak bilinen “öğretmenlerin kariyer basamakları” uygulamasını başlatmış ve uzman öğretmenlik sınavını hayata geçirmişti. Yanı sıra 4B sözleşmeli öğretmenlik vb. farklı türlerdeki öğretmen istihdamı da bu dönemin göze batan icraatlarıdır.
Bugün Sayın Bakanın“Eğitimde kıyameti koparmamız lazım” sözleri ile eleştirdiği, tek tipçilik, ortalamacılık, itaatçilik vb. başlıkların kaynağı, çocukları tek tip kalıba sokmak üzere hazırlanmış kazandırılacak davranışları içeren eğitim müfredatıdır. Peki, halen yürürlükte olan müfredatı kim hazırladı dersiniz. 2008 yılında hazırlanan ve halen okutulmakta olan müfredatı hazırlayan ekibin başında Prof. Dr. Ziya Selçuk vardı. Bu müfredatla birlikte hayata geçen, geçen yıla kadar kullanılmakta olan “ilköğretimde el yazısı” uygulaması da sayın bakanın icraatıdır.
Sayın Bakan bir özel okul sahibidir. Geçmişte sahibi olduğu özel okulda görev yapan öğretmenlerin hesabına yatan kırtasiye paralarını geri istediği, geri vermeyen öğretmenlerin işlerine son verdiği bilinmektedir.
Seksenli, doksanlı yıllar boyunca nitelikli yabancı dil öğretimi ile hatırlanan Anadolu Liselerinin Hazırlık Sınıflarının kapatılması da sayın bakanın, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı sırasındaki icraatları arasında yer almaktadır. 2004 yılında Anadolu Liselerinin Hazırlık Sınıflarının kapatılması ve Liselerdeki dil derslerinin saatlerinin düşürülmesi sonrasında “özel dil kurslarındaki” dramatik artış yeni döneme ilişkin ipuçları olarak değerlendirilebilir.
AKP iktidarlarının, eğitimdeki belli başlı temel değişiklileri sırsında bir biçimde Sayın bakanın isminin olduğu görülmektedir. Bununla birlikte bakan olarak görevde olduğu sürede yaptığı iki temel icraatı da hatırlamakta yarar var;
İlk olarak performans uygulamasını kaldırdık diye lanse edilse de Performans uygulamasının temelini oluşturan “öğretmenlerin kariyer basamakları” mevzuatında yapılan değişikliklerle öğretmen kariyer basamakları 2’den 5’e. çıkarıldı. Öğretmenlerin bu kariyer basamaklarına göre iş yükü, özlük hakkı, sorumluluğu ve maaş alması yasal hale getirildi. Bu uygulamanın okul ve kurumlardaki çalışma barışını nasıl etkileyeceğini uygulama başlayınca hep birlikte göreceğiz.
İkinci olarak da lise yerleştirmelerindeki olumsuzlukları giderme amaçlı olduğu lanse edilerek yapılan “Liselerde Ortak Kampüs” düzenlemesi oldu. MEB Orta Öğretim Kurumlar Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, liselerin şehir dışına taşınmasını ön gören “Eğitim Kampüsü” ifadesi yönetmeliğe eklendi. Yalnız liselerin şehir dışına taşınmasını ön gören değişikliğin yukarıda bahsedilen, Atatürkçülük konularının geri alınması ile birlikte yapılması ve eğitim kampüsünden ziyade Atatürkçülük mevzusunun öne çıkarılması ilgi çekicidir.
Acaba liseler şehir dışına çıkınca şehirde kalan arsa değeri yüksek (şehrimizden örnekse; Atatürk Lisesi, Tansu Çiller Tic. Lisesi vb.) okulların satılması mı söz konusu olacaktır? Acaba Atatürkçülük konularıyla ilgili değişikliler oluşabilecek bir karşı duruşa ön almak için mi yapılmıştır? Yaşayıp göreceğiz. Anadolu liselerinin hazırlık sınıflarının hikâyesi hatırlanınca insanın aklına gelmiyor değil.
Sayın Bakan, bazılarının düşündüğü gibi eğitimin kadim sorunlarını çözme konusunda “İktidarın içindeki muhalif “ olur mu?
Yani, herkesin parasız, laik, bilimsel, nitelikli, kamusal eğitim almasına yönelik hamleler yapar mı?
Politik tercihlere göre değil de, her kademede halkın taleplerine ve yurttaşların istihdam ihtiyaçlarına uygun okul türlerinin açılmasına çalışır mı?
Devlet okullarının kaynaklarını ve imkanlarını arttırıp, özel okullara verilen teşvikleri düşürür mü?
Kendisinin de şikayet ettiği, tek tipçi, itaatçi, ortalamacı, bireyler yetiştirmek üzere hazırlanmış, hurafe ve dogmalarla dolu müfredat yerine, evrensel insani değerlere uygun bilimsel bir müfredat hazırlanmasına imkan sağlar mı?
Öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygınlığa yeniden kavuşmasını sağlayacak adımları atar mı, 300 bin öğretmen açığından söz edilirken “Ataması Yapılmamış Öğretmen” kavramından rahatsız olur mu?
Yazının başında eğitimin tanımında geçen “siyasi otorite” meselesini düşünmeyin. Cumhurbaşkanı’nın onaylamadığı bir icraatı yapan herhangi bir bakanın, bakanlık makamında ne kadar kalabileceği sorusunu sormayın. Sayın Bakanın 2002’den beri AKP hükümetlerinin tüm eğitim politikalarında rolü olduğunu görmeyin. Sadece Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz sözünden yola çıkarak, cevabınızı kendiniz verin.